Kırk yıldan fazla arkadaşım, dostum olan sevgili Bekir Sıtkı Özer, Belçika ve Hollanda ziyaretini anlattığı yazısında demiryollarına övgüler düzmüş.
Sonra
da Turgut Özal’ın “Demiryolları komünist işi” sözünü hatırlatarak “Meğerse
Hollanda ve Belçika da komünist birer ülke olmuş” başlıklı güzel bir yazı
yazmış.
Yazıyı
pas gibi değerlendirip biraz iktisat tarihine daldım. Trenler üzerine kısaca
bir şeyler karalamak istedim. Öyle ya tarihe, iktisat tarihi penceresinden
bakmazsan, geriye bol miktarda hamaset, kibir ve acılarla dolu mağduriyetten
başka bir şey kalmaz.
1700’li
yılların başında enerji ihtiyacını karşılamak için orman kesen İngiltere,
ormanların giderek azalması sonucunda kömür madenlerine yöneldi. Su baskınları
ise kömür madenlerinin daha alt tabakalarına inilmesini engelliyordu. Suyun
madenden çıkarılması gerekiyordu.
Mutfakta
odun ateşinde kapaklı tencerede patates kaynarken tencerenin kapağının buharın
etkisi ile fırlaması ise İngiliz kadınların en büyük dertlerinden biriydi.
Isı(enerji), harekete dönüyordu ancak insanlar bunun ne işe yaradığının pek de
farkına varmış gibi durmuyordu.
1705
yılında İngiltere’de Thomas Newcomen adında bir mühendis ilk buhar makinesini
buldu. 1712 yılında bu makineyi piston yoluyla yukarı aşağı yönde dikey olarak
çalıştırdı ve bu makineler madenlere dolan suyu boşaltmak amacıyla
kullanıldılar. Ancak çok da verimli değillerdi.
Aradan
60 yıl geçtikten sonra İskoçlu makine mühendisi James Watt, Thomas Newcomen’in
buhar makinesini daha verimli hale getirmek için 1765 yılında çalışmalara
başladı. Watt, girişimcilerin de desteğini alarak buhar makinesinin dikey yönlü
hareketini dönüş hareketine çevirdi. Buhar makinesi madenlerden çıkmış, artık
tekstil fabrikalarında kullanılmaya başlamıştı. Sanayi Devrimi başlamıştı…
1825
yılında bir başka İngiliz mühendis George Stephenson, buhar makinesini, kömür
dolu vagonlara bağladı ve vagonları madenden 20 kilometre uzaklıktaki limana
taşıdı. Aradan beş yıl geçtikten sonra, 1830 yılında ilk ticari demir yolu
hattı Liverpool Manchester arasında döşendi. Bunun da üzerinden sadece 20 yıl
geçtikten sonra İngiltere’nin binlerce kilometrelik demiryolu ağı vardı.
1850’de batı ülkelerinde demiryolu ağı 40 bin kilometreyi, 1880’de 350 bin
kilometreyi aşmıştı.
Demiryollarının
gelişmesi ile hammadde kaynakları üretim yerlerine, üretilen mallar pazarlara,
emperyalist ülkelerin askerleri, silah ve lojistik destekleri işgal ettikleri
ülkelere düşük maliyetle ve güvenli ulaşıyordu. Denizaşırı seferler sonrasında
işgal edilen sömürgelerin iç kısımlarından hammadde temini de kolaylaşmıştı.
1984 yılında “Demiryolu komünist ülkelerin tercihidir” diyen dönemin başbakanı
Turgut Özal’ın söylediğinin aksine, demiryolu sanayi devriminin, kapitalizmin
ve emperyalizmin gelişmesinin en önemli aktörlerinden biri olmuştur.
NEDEN
OSMANLI YA DA ASYA BU İŞİ BECEREMEDİ?
1700’lü yılların başına bulunan buhar makinesi, demiryolu ve buharlı trenler
taklit edilmesi zor bir şey de değildi. İngiltere’de bulundu ve çok kısa süre
içinde, Avrupa’nın diğer ülkelerinde, Fransa’da, Almanya’da, Rusya’da ve deniz
aşırı olarak Amerika’da devreye girdi.
Asya
ile Avrupa arasında henüz teknolojik bir uçurum da yoktu. Sanayi Devriminin ilk
dalgasında ortaya çıkan buhar makinesinin teknolojisi son derece basitti.
Çinliler, Osmanlılar ve Hintliler önce buhar makinesini sonra da treni
seyretti.
Oysa
1800’lü yıllara kadar Osmanlı İmparatorluğu, İran’da Safevi İmparatorluğu,
Hindistan’da Babür İmaratorluğu, Çin’de Ming ve Qing hanedanlıkları dünya
ekonomisinin yüzde 80’ini kontrol ediyordu askeri olarak da güçlüydü. Ancak
aradaki fark mantalite ve örgütlenme biçimi idi... Bu örgütlenme biçimini çok
basit bir şekilde sefere çıkan ordular üzerinden anlamaya çalışalım.
Batı
Avrupa’nın 1500’lü yıllarda deniz aşırı keşifleri, yeni sömürgeleri ele
geçirmeleri, sadece çapulcu ya da düzenli denizcilerle olmuyordu. Sefere çıkan
her gemide çok farklı alanlarda, coğrafya, botanik, astronomi, jeoloji, çeşitli
mühendislikler gibi alanlarda bilim adamları da vardı. Osmanlılar gibi iç
oğlanları ile sefere çıkmıyor, bir avuç denizci, asker ve bilim adamı, bağlı
olduğu imparatorluk adına deniz aşırı topraklara el koyuyordu.
İmparatorlukların
ve sonrasında meydana gelen devletlerin örgütlenme biçiminde, modern bilim,
kapitalizm ve devlet anlayışı el ele vermişti. Bu el ele tutuşma, 1800’lü
yıllarda buhar makinesinin gelişimi ile sanayi devrimi ve demiryolu ağının
gelişmesi ile birleşince 1950’li yıllara gelindiğinde Batı Avrupa ve ABD dünya
ekonomisinin yüzde 50’sinden fazlasını kontrol eder hale geldi. Bugün neredeyse
dünya siyasetinin tamamını kontrol edebiliyorlar.
OSMANLI’DA
DEMİRYOLU
Osmanlı’da ilk demiryolu, 1858 yılında İzmir-Aydın arasında İngilizler
tarafından yapılan ve işletilen 130 kilometrelik demir yolu idi. Amacı da, Batı
Anadolu’nun hammadde kaynaklarının, ucuz ve güvenli şekilde İzmir limanına,
oradan da gemilerle İngiltere’ye ulaşmasını sağlamaktı.
Türkiye
Cumhuriyeti kurulduğunda, kendisinde kalan toprakları içinde yabancılar
tarafından işletilen 4000 kilometrelik demiryolu ağı vardı. Demiryolları
millileştirildi. Hammadde kaynaklarının üretim merkezlerine ve limanlara
ulaşması, ekonomik kalkınmanın sağlanması ve ülkenin dört bir yanını Başkent
Ankara’ya bağlamak ve asayişi sağlamak amacıyla, kıt kaynaklara rağmen, büyük
bir demiryolu hamlesine girişildi.
1940
yılına gelindiğinde 8640 kilometreye ulaşmıştı. 1940-50 arası 2. Dünya
Savaşının ekonomik zorlukları nedeniyle demiryolu yapımı aksamaya uğramış,
1950’de batı emperyalizminin etkisi altına giren Demokrat Parti ve devamı sağ
iktidarlar tarafından askıya alınmıştır. 2010 yılı itibariyle Türkiye’nin
demiryolu ağı uzunluğu, trenin bulunuşundan 180 yıl sonra sadece 11 940
kilometredir. Avrupa'nın trenin bulunuşundan sonraki 50 yıl içinde 400 bin
kilometre demiryolu yaptığını ve şu anda Türkiye'deki tır ve kamyon sayısının
Avrupa'dan fazla olduğunu da hatırlatalım.
Trene
bakmayıp ne olduğunu anlamakta fayda var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder