14 Aralık 2021 Salı

EKONOMİDE YOL HARİTASI BASIN TOPLANTISI

 

DOĞRU PARTİ EKONOMİDEN SORUMLU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI

MERİÇ KÖYATASI’NIN BASIN TOPLANTISI KONUŞMASI

13 Ekim 2021 Elit Otel Taksim İstanbul

Ekonominin fotoğrafını doğru çekmeliyiz ki, doğru politikalar geliştirelim, doğru reçeteler uygulayalım. Çok kısaca özetlersek...

Bugün Türk ekonomisi, iktidarın hatalı politikaları nedeniyle borç batağına saplanmış, büyümeye çalıştıkça fakirleşen, içeride küçük bir azınlık, dışarıda da finans kapital tarafından sömürülen hastalıklı bir yapıda…

Enflasyon kalıcı ve yapışkan hale geldi. Devletin açıkladığı enflasyon ile bilim insanlarının açıkladığı enflasyon arasında iki kattan fazla fark var. Devlet yüzde 19 diye açıklıyor, bilim insanları yüzde 44… Özellikle gıda maddeleri ile fiyatını devletin belirlediği elektrik, doğal gaz akaryakıt gibi enerji fiyatlarındaki artışlar yangını körüklüyor.

Geniş anlamda işsizlik oranı yüzde 25, gençlerde ise yüzde 30 seviyesinde.

İşsizliğin bu kadar yaygın, enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir ekonomide, toplumun büyük bir kesiminde yoksulluk hüküm sürüyor. Önümüzdeki günlerde bu açlık sorununa bir de ısınma sorunu eklenecek. Mutfakta yangın sürerken evlerde donma tehlikesi baş gösteriyor.

Devlet bütçesi halka hizmet bütçesi olmak yerine sarayın şatafat bütçesi ile iktidar yandaşlarını zengin etme bütçesi haline dönüşmüş durumda. Üstelik bunu yaparken de sürekli açık veriyor ve borçlanıyor. Sadece bugünü değil yap işlet devret modeli hastane, otoyol, köprü, hava limanı gibi projelerle gençleri ve daha doğmamış çocukları bile 25 yıllık bir borç batağının içine sokuyor.

AKP iktidarı, ekonomide öylesine bir yapısal bozukluğa ve zehirlenmeye gitti ki, ekonomi bırakın büyümeyi, günlük işleyişini sağlayabilmek için bile yeniden kriz üretiyor, borç batağına saplanıyor.

Birçok kesim AKP’nin ilk dönemi ile Babacan dönemini övüyor. Hani “adamlar çalıyor ama çalışıyorlar” denilen dönem. O dönem esasında Türk ekonomisinin zehirlendiği, büyük yapısal bozulmaya uğradığı bir dönemdir.

Çünkü o dönem dünyadaki büyük para bolluğuna rağmen, Türkiye’ye oluk oluk yabancı sermaye akarken, AKP yönetimi yüksek reel faizle sıcak para politikası izledi, döviz fiyatının hatalı oluşmasına neden oldu. O döneme ait Merkez Bankası Efektif Döviz Kuru Endeksine baktığımızda bunu açıkça görüyoruz. Döviz fiyatı hatalı oluşunca da zaten her şey hatalı ve eğri büğrü oluyor. Bunun sonucunda da başta tarım ürünleri olmak üzere imalat sanayi ve ara girdi sektörlerinde üretim yapan tüm kesimler rekabet gücünü yitirdi. Çiftçi tarım üretiminden vaz geçti. Piyasa o dönemde ucuz olan döviz fiyatlarıyla ithal tarım ürünlerine boğuldu. Tarım sektörü çökertildi. Aynı şey imalat sanayi, özellikle ara girdi üreten imalat sanayiinde de yaşandı. Ucuz dövizle ithal edilen mallar piyasaya egemen oldu. Sanayici ihracattan vazgeçti, iş adamları inşaata ve ithalata yöneldi. Dünyada döviz bol ve ucuzken AKP yöneticileri ve yandaşları Ağustos böceği misali ekonomi iyi gidiyor diye cır cır öttü. Ne zaman 2008 krizi patlak verdi, döviz bolluğu sona erdi, sıkıntılar görülmeye başlandı. Üstüne bir de hukukun rafa kaldırıldığı tek adam rejimi girince işler iyice sarpa sardı.

O dönem adına hormonlu büyüme dediğimiz ekonomik yapı, hormonu yiye yiye bugün artık zehirli bir yapıya dönüştü. Ekonomik faaliyette bulunmak için daha fazla ithalat yapmak zorunda kalıyoruz ve bunun sonucunda daha fazla dış borç arayışına giriyoruz. Türk ekonomisi uyuşturucu bağımlısı bir insan gibi, dış borç bağımlısı hale geldi. Ekonomide faaliyet gösterdikçe, hatta kâğıt üstünde büyüdükçe, ülke borç batağına saplandı ve fakirleşmeye başladı. Yeni iş alanları açamaz hale geldi.  Böyle bir hastalıkla yapıda içeride küçük bir azınlığın serveti artıyor; çiftçi, emeği ile başkalarının yanında çalışanlar, esnaf ve emekliler ile bu kesimlerin aileleri, kısaca orta ve alt gelir grubundaki insanlar daha da fakirleşiyor, içeriden dış dünyaya kaynak aktarılıyor.

Enflasyon ve işsizlik vatandaşı canından bezdirdi. Eğitim sistemindeki dindar ve kindar nesil parolası ile birlikte, tarımda ve sanayide hem işgücünde hem de sermayede faktör verimliliği giderek düşüyor. Birkaç küçük örnek dışında yüksek katma değerli üretim yapılamıyor.

Özetle, Türk ekonomisi, dünyada likiditenin (paranın) bol olduğu AKP’nin ilk yıllarında ağır ve vahşi bir sömürü mekanizmasına kurban edildi. Ve bu mekanizma bütün ağırlığı ve hızıyla Türk toplumunu sömürmeye devam ediyor.

 

NE YAPMALIYIZ? DOĞRU PARTİ NELER YAPACAK?

Köklü bir eğitim reformu yapmadan, köklü bir yargı reformu yapmadan, devlette kuvvetler ayrılığı ilkesini yeniden kurmadan alınacak hiçbir teknik tedbir, ekonomide düzey çıkmayı ve refaha ulaşmayı sağlayamaz.

Önce bunu hayata geçireceğiz. Zaten bunu yapmaya başladığınızda, Türkiye’nin dünya piyasalarındaki riskleri bir anda ciddi şekilde düşer. Bugün 400 seviyesinde olan ülkenin risk primi (CDS) kendiliğinden yarı yarıya azalır. Bugün dünyada ülkeler eksi faiz ile ya da yüzde 0.25’lerle borçlanırken, Türkiye utanç verici bir şekilde dolara yüzde 6.5 faizle borçlanıyor. Bu rakam bile tek başına ekonomimizin ve devletimizin ne kadar itibarsız olduğunun göstergesi. Sırf iktidar değişikliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanacağı söylemi bile, Türkiye’nin mevcut dış borçlarının çevrilmesini rahatlatacak, faiz yükünün hafiflemesini sağlayacaktır.

Krizleri aşmak için IMF’nin mevcut Ortodoks iktisat politikaları yeterli değil. Köklü bir yapısal değişime ihtiyacımız var.

Devletçilik ile piyasayı birleştiren karma ekonomik model temel tercihimiz. Kalkınmacı bir planlama anlayışı ile insanı önceleyen güçlü sosyal devlet politikalarını benimseyen, çevreye ve gezegene saygılı ekonomi politikalarını hayata geçirmek için çalışacağız. Ekonomi dahil tüm alanlarda,  şeffaf, denetlenebilir, hesap veren ve toplumun tüm kesimlerinin katılımını sağlayan kapsayıcı politikalar temel ilkemiz olacak. 

IMF ve uluslararası kurumların önerdiği acı reçeteler esasında bütçe harcamalarını kısmak ve devalüasyon ağırlıklı… Türkiye’de bütçe, saraya ve yandaş müteahhitlere harcanıyor. Bu talan düzenini kestiğiniz takdirde zaten ilk fırsatta nefes almaya başlıyorsunuz. Günlük piyasa göstergelerinde stresi azaltıyorsunuz.

Bizim ekonomide yapısal dönüşüm için, kalkınma, sağlanan refah artışı ve zenginleşmenin hakça, adil paylaşımı ve bölüşümü için, insan mutluluğu için önerdiğimiz Yol Haritası kısaca özetlemeye çalışacağım.  Detaylarını, diğer konulardaki görüşlerimizi, sizlere dağıttığımız Yol Haritasında bulabilirsiniz.  

Başlıklar itibarı ile ekonomide yapısal dönüşüm ve kalkınma politikamızın dört temel ayağı var.

Birincisi eğitim. İkincisi tarımda, sanayide ve kentleşmede planlama, üçüncüsü sosyal devlet ve vergi, dördüncüsü özelleştirme-kamulaştırma, hesap sorma ve şeffaf ekonomi modelini oluşturma… Ekonomi ve kentleşme politikalarında çevre koruma, en önemli karar unsurlarından biri olacak.

KALKINMA VE EKONOMİ POLİTİKASININ BİRİNCİ AYAĞI: EĞİTİM

En önemli ekonomik varlığımız genç nüfusumuz ve insan gücüdür. Ezberden ve kindarlıktan uzak, analitik düşünmeyi öğreten köklü bir eğitim reformu bizim kalkınma politikalarımızın birinci ayağını oluşturuyor. Başta teknoloji olmak üzere her alanda dışa bağımlılıktan kurtulup kendi teknolojisini, kendi sanayisini geliştirip üretecek eğitim reformu en önemli önceliklerimiz… Tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinde yaşadığımız işgücü ve sermaye verimsizliğini ortadan kaldırmanın temel şartı iyi eğitim.

Eğitimde öğretmen kalitesi büyük önem taşıyor. Öğretmenlik mesleğini cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi en özendirici meslek arasına sokacağız. Mevcut öğretmenlerimizin yeterlilik seviyesini ek kurslar yoluyla yükselteceğiz. Öğretmenlik yüksek eğitimi veren kurumlara girişin, lise mezunları arasındaki ilk yüzde 10 tarafından tercih edilmesini sağlayacağız. Bunun için öğretmenlerin maaşları ile milletvekili maaşlarını eşitleyeceğiz.

Sizlere dağıttığımız Yol Haritasında eğitimle ilgili politikalarımız detaylı bir şekilde yer alıyor. Umarım, bir başka toplantıda sadece eğitim-ekonomi-kentsel ve toplumsal yapı üzerine detaylı bir sohbet yaparız.

KALKINMA VE EKONOMİ POLİTİKASININ İKİNCİ AYAĞI: PLANLAMA

Bizim uygulayacağımız ekonomik model, devletin, özel sektörün ve tarımda kooperatiflerin birlikte yer aldığı karma ekonomik model. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923’te önerdiği bu model, 2008 ekonomik krizi ve pandemi nedeniyle bugün dünyada kamuculuk ve kamu müdahalesi gerekliliği adı altında taraftar toplamaya başladı. 

Devlet Planlama Teşkilatını özerk bir yapıda yeniden kuracağız. Tarımdan sanayiye, yerelden genele kalkınmacı bir planlama anlayışı ile piyasa dinamiklerini birleştiren bir sistem oluşturuyoruz. Tarımda, sanayide, yerel kalkınma ve kentleşme politikalarında planlama ve teşvikler birlikte uygulanacak.

TARIMDA PLANLAMA: TOPRAK REFORMU VE YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLERİ

Detaylı tarım ve tarıma dayalı kalkınma modeli hazırladık. Çiftçilerin borçlarını sileceğiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün hayata geçirmek istediği ama ömrü vefa etmediği için tamamlayamadığı toprak reformunu günümüz koşullarına göre hayata geçireceğiz. Hazine arazilerini ücretsiz olarak çiftçilerimize ve büyük kentlerden kırsala göçmek isteyen ailelere tahsis edeceğiz.

Yeni kuşak Köy Enstitülerini günümüz koşullarında yeniden kuracağız ve her köye standart öğretmenlerin yanı sıra, Köy Enstitülü öğretmen, bir ziraat mühendisi ve bir veteriner atayacağız. Bu hamle ile hem kırsal kesimde yarım kalan Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerini sürdürmeyi, hem de tarımda verimlilik artışını hedefliyoruz.

Tarımda planlama ve kooperatifleşmeyi sağlayacağız. Planlanan tarım üretimi sayesinde çiftçiye kar edeceği alım garantisi vereceğiz, hiçbir çiftçinin ürünü elinde kalmayacak. Tarım alanları, meralar, su kaynakları, orman varlığı korunacak. Bu alanlara verilen tüm madencilik ruhsatları iptal edilecek. Ülkemizin iklim şartları ve su alanlarına göre tarım ve hayvancılık haritası çıkarılacak, buna göre üretim planlaması yapılacak. Bu plan dahilinde, tohum, gübre, zirai ilaç, yem, damızlık hayvan gibi destekler sağlayacağız.

Tarım kooperatifleri ile yerel yönetimlerin kentlerde satış mağazası kurması yerine, mahalle bakkalı ve manavını, esnafı gözetip kollayan geniş bir tedarik zinciri kurulmasını teşvik edeceğiz. Bunu kentlerdeki gıda fiyatları artışını önleyecek en önemli girişimlerden biri olarak görüyoruz.

Her ilde, kooperatifler, yerel yönetimler, üniversite ve bakanlığın katılımıyla Atatürk Orman Çiftliği modeli ile Ar-Ge üretim çiftlikleri kuracağız, öğrencilerin bu çiftliklerde çalışmasını sağlayacağız.

Güvenli tarım, sağlıklı gıda, temel ilkemizdir. Tansiyon ve şeker hastalığını yaygınlaştırıp ulusal güvenliğimizi ve bekamızı tehdit eden mısır şurubu ve ithal hibrit tohum kullanımına son vereceğiz.

Ziraat Bankası’nın tarımda asli görevine dönmesini sağlayacağız. Tarım politikaları konusunda da Yol Haritamızda daha detaylı bilgiler yer alıyor. Bu konuda da daha uzun karşılıklı sohbet etmeyi arzu ediyoruz.

SANAYİDE PLANLAMA, YÜKSEK KATMA DEĞER, YEREL KALKINMA-KENTLEŞME VE TEŞVİKLER

Ekonominin rekabet gücünü yeniden tesis edebilmek için, özerk bir Devlet Planlama Teşkilatı’nın yanı sıra, gerçekçi bir kur politikası, bağımsız bir Merkez Bankası ve para politikası uygulamak gerekiyor.

Enflasyonu kontrol altına almak ve sonlandırmak için, bir tarafta devlette yolsuzlukları, şatafatı, bütçe açıklarını, borçlanma ihtiyacını ortadan kaldırmak gerekiyor. Diğer taraftan da, tarım, sanayi ve hizmetler sektöründe gerçekçi ve doğru planlama ile arzı artırmak gerekiyor. Bu politikalar aynı zamanda ekonomik büyümeyi sürdürülebilir ve kaliteli hale getiren ve aynı zamanda da işsizliği azaltan etki sağlar. 

Bunları yaparken uygulanacak planlı teşvik politikaları ile dış dünyanın artık çöp diye nitelediği, çok düşük katma değer sağlayan verimsiz sanayilerden aşamalı olarak, kendi teknolojisini üreten orta ve yüksek katma değerli sanayileri geliştirmek, öncelikli hedefimiz. Planlamacı uzman arkadaşlarımız ile birlikte, imalat sanayiindeki alt sektörlerde girdi çıktı tablolarını değerlendirerek istihdama ve ihracata öncelik veren sektörleri, teşvikleri belirlemeye başladık.  Mevcut istihdamı sakatlamadan, eğitim reformu ile paralel, aşama aşama yüksek katma değerli üretim zincirinin oluşmasını sağlayacağız. Yüksek Katma Değerli üretim zinciri derken, sadece yüksek katma değer içeren nihai üretim değil, o üretimde kullanılan ara girdilerin de Türkiye’de üretilmesini sağlamak istiyoruz. Yoksa tüm ara girdileri ithal edilen nihai ürünü yüksek katma değerli montaj ürünler, ülke ekonomisini değil, sadece bireysel yatırımcıyı zengin eder.  

Teşvikleri, genç işgücünün inovasyon yetenekleri, özel sektör dinamizmi ve özellikle yerel kalkınma modellerinde kadın girişimci gücü ile buluşturacağız. Gençlerin ve kadın girişimcilerin iş geliştirme projelerine devletin melek yatırımcı olarak katılmasını sağlayacağız.

Eğitim, yerel kalkınma, modern kentleşme birbirleriyle iç içe geçmiş kavramlar. Hastalıklı büyük mega kentler yerine Türkiye’nin her tarafında yerel kalkınma ve kentlerde çağı yakalama hamlesine girişeceğiz. Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki sanayileşme hamlesi, sadece sanayileşme değildi. Sümerbank ve benzeri fabrikalar bulundukları kentlerin sosyal ve kültürel hayatını ve modernleşmesini de sağlıyordu. Bu modeli, günümüz şartlarına göre örnek alacağız. Belirlenen bölgeler ve sektörlerde hem sanayiye hem de kentsel gelişime önderlik etmeleri için, devlet doğrudan yatırımlar yapacak gerektiğinde yerel yönetimler ve özel sektörle birlikte ortaklıklar kuracak.

Yerel kalkınmanın ve Anadolu’daki kentlerin çağdaşlaşma hamlesinde başlıca gücümüz, kız erkek ayrımı yapmadan gençlik olacak. Her yıl her şehirden en az 1000 lise son sınıf öğrencisi olmak üzere toplam 100 bin öğrenciyi, birinci yıl lisan eğitimi, ikinci yıl lise mezuniyeti için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere göndereceğiz. Ve yine her sene her şehirden en az 200 öğrenci olmak üzere her sene 20 bin lise mezunu öğrencimizi istedikleri dalda öğrenim görmeleri için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere üniversiteye göndereceğiz. Bu öğrenciler döndüklerinde kendi illerinde en az beş yıl devletin sağladığı iş garantisiyle çalışmak kaydıyla tam burslu olacaklar. Gençler, bir taraftan aldıkları iyi eğitim, diğer taraftan farklı ve yeni dünya görüşleri ile birlikte yerel kalkınmada, Anadolu yerleşim yerlerinin çağdaşlaşmasında, kültür ve sanatla buluşmasında öncü olacaklar.

İktidarın gelişigüzel dağıttığı maden ruhsatlarının tümü incelenecek ve çevreyi tahrip edenler başta olmak üzere rant amacıyla verilen ruhsatlar iptal edilecek. Çevreyi katleden altın madenlerinin faaliyetlerine son verilecek. Etibank kamulaştırılacak. Mustafa Kemal Atatürk döneminde olduğu gibi MTA, doğal kaynaklarımızı arayıp bulacak, Etibank da metal madenlerinin işletme yetkisi ve tekeline sahip olacak. Madenlerin hammadde olarak ihraç edilmesi yasaklanacak. Maden arama ve işleme alanında faaliyet gösterecek yerli ve yabancı şirketler ancak MTA ve Etibank’la ortaklık kurarak çalışabilecek.

 KALKINMA VE EKONOMİ POLİTİKASININ ÜÇÜNCÜ AYAĞI: SOSYAL DEVLET VE VERGİLER

Kâğıt üstünde değil, gerçek bir sosyal devlet olabilmek için vergi ve maliye politikalarında toplum yararına devrim niteliğinde değişim şart. Toplam vergi gelirleri içinde üçte iki pay alan KDV, ÖTV gibi dolaylı vergi gelirlerini, üçte bire düşüreceğiz. Buna karşılık kayıt dışı alanlarda faaliyet gösteren tüm şirketleri makul vergi oranlarıyla sisteme dahil edeceğiz. Bugün Türkiye’de milli gelirin yüzde 20’si kadar vergi toplanıyor. Yaptığımız çalışma ile vergi kaçak ve kaybını önlediğimizde, kent rantlarını siyasetçilere ve onların yandaşlarına değil de bütçeye aktardığınızda, vergilerin milli gelir içindeki payını Batı Avrupa ülkelerindeki gibi yüzde 45 seviyesine çıkarabileceğimizi gördük.

Artan bu vergilerin yanı sıra ihaleler ile hazine soygunu, hazine garantili yollar ve hastaneler, devlet yönetimindeki şatafat ve saltanat uygulamalarını kaldırdığınızda elde edeceğimiz kaynaklarla tıpkı Batı Avrupa ve Kuzey Avrupa ülkelerindeki gibi sosyal devlet yapısına ulaşmak mümkün olacak.  Sağlanan bu kaynaklarla, eğitim sağlık ve sosyal güvenliğe ayrılan paylar iki üç katına çıkarılacak.

Bugün Avrupa ülkelerinde bütçeden karşılanan emeklilik, sağlık ve sosyal yardım harcamaları milli gelire ortalaması (GYSYİH) yüzde 29… Buna eğitimi de eklediklerinde sosyal devlet harcamaları yüzde 35’leri buluyor. Türkiye’de ise eğitim, sosyal yardımlar ve sağlık harcamaları dahil hepsi milli gelirin yüzde 10’u seviyesinde… Türkiye’nin ciddi bir vergi reformu yapıp, kamudaki yağmayı önlemesi ve bütçenin milli gelirin içindeki payını yüzde 45’e çıkarması gerçekleştirilebilecek hedefimizdir.

Sosyal devlet dendiğinde ilk olarak akla dört konu gelir. Eğitim, sağlık, emeklilik sistemi ve sosyal yardımlar… Gereken refor yapıldığında, bütçeden milli gelirin yüzde 8’ini eğitime, yüzde 6’sını sağlığa, yüzde 20’sini emeklilik ve sosyal yardımlara harcayacağız. Yaklaşık yüzde 10 – 12’si de asayiş, savunma, yargı, kamu yönetimi gibi devletin normal işlerine ayrılacak.

(Bu arada sosyal devlet için mevcut durumda Türkiye ne harcıyor diye hatırlarsak, rakamlar (2019 bütçesi) yaklaşık olarak şöyle: Milli gelir içinde eğitimin payı yüzde 2.9 (yüzde 1.2 kadar özel sektör harcaması var.) Sağlığın payı yüzde 1.1 (Bir o kadar da özel sektör harcaması var.)  Sosyal güvenlik harcamaları da yüzde 5.5... Eğitim, sağlık ve sosyal yardımlar toplamı yüzde 9.5 civarında… Toplam bütçe yüzde 22… Kalan yüzde 12 devlet hizmetleri için…)

Eğitim: Tamamen parasız olacak. Taşımalı eğitime son verilecek. En ücra yerdeki köylerde okul açılacak. Ayrıca, ilköğretim ve orta eğitim çağındaki çocukların beslenmesini devlet karşılayacak. Tarikatlara ait üniversiteler kapatılacak mal varlıklarına el konacak, dünya çapında eğitim veren özel vakıf üniversiteleri desteklenecek. Devlet öğrencisine kredi ve borç vermez. Karşılıksız burs verecek. Tüm öğrenci kredi borçları silinecek. Her ilde hesapsız kitapsız açılan, üniversite eğitiminden çok uzak tabela üniversiteleri kapatılacak, bunların yerine gençleri meslek sahibi yapacak meslek okulları kurulacak. 

Sağlık: Herkese, koruyucu ve tedavi edici ücretsiz kaliteli sağlık hizmeti sağlanacak. Kimse sosyal güvenlik şemsiyesi dışında kalmayacak. Devleti soyan hantal Şehir Hastaneleri sistemine son verilecek. Her ilde vatandaşların kolayca ulaşabileceği devlet hastaneleri ve semt hastaneleri açılacak.

Emeklilik: Emekli maaşları, bir emeklinin mutfak, temel ihtiyaçlar ve kültürel harcamalar dahil, iki kişiyi rahatça geçindireceği seviyeye yükseltilecek.

Sosyal Yardımlar ve Vatandaşlık Temel Geliri: Sosyal yardımlar, iktidarın sadakası gibi dağıtılmayacak, ihtiyaç sahiplerine adil bir şekilde dağıtılacak. Dünyadaki teknolojik gelişmeler ve yapay zeka, robotlar, otomasyon, üretim sürecinde hızla insanoğlunun yerini alıyor. Bu nedenle, sosyal yardım ödemelerinde yeni modeller geliştirmek zorundayız. Geliri ne olursa olsun tüm vatandaşlara Vatandaşlık Temel Geliri olarak ödenmeli. Teorik olarak bu çalışmayı yaptık ve hedeflediğimiz vergi reformunu gerçekleştirdiğimizde, tüm vatandaşlara Vatandaşlık Temel Geliri ödemesi yapılacak. Kimse sadakaya muhtaç hale bırakılmayacak.

KALKINMA VE EKONOMİ POLİTİKASININ DÖRDÜNCÜ AYAĞI: HESAP SORMA, DEVRİ SABIK YARATMA VE ŞEFFAF YÖNETİM

Özelleştirmeler, ihaleler, hazine garanti ödemeleri, şaibeli imar planı değişiklikleri gibi tüm konular teker teker incelenecek. Köprü ve otoyollar ile şehir hastanelerindeki garantiler ve elektrik dağıtım şirketleri gibi imtiyaz devrine konu olan özelleştirmeler iptal edilecek.

Yapılan yolsuzluklar, kimsenin yanına kar kalmasın diye devri sabık yaratılacak, milletin parasını soyanlardan ve halkın müştereklerini yağmalayanlardan bu paralar son kuruşuna kadar alınıp hazineye gelir kaydedilecek.

Siyasette hesap sormak intikam almak demek değildir. Yapılan yolsuzluklar, yapanın yanına kar kalırsa, toplumda genel ahlak seviyesini ve adalet duygusunu koruyamayız.  Yaşanan yandaş zengin etme politikaları, ihaleler, imar değişiklikleri gibi kararlarla sağlanan sebepsiz zenginleşmeler toplumda hem adalet duygusunun körelmesine yol açtı, hem de toplumsal ahlak seviyesinin bozulmasına neden oldu. Hesap sorarak, toplumda bozulan ahlak seviyesi ile kaybolan adalet duygusunu yeniden tesis edeceğiz.

Denetim gücü ve etkisi artırılmış parlamenter sistem, güçlü yargı ve bağımsız özgür basın sayesinde de başta ekonomi olmak üzere tüm kamu yönetiminde şeffaflığı sağlayacağız.

İnsan odaklı bir ekonomi ile özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık Türk milletinin en temel hakkıdır.

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder