DOĞRU PARTİ EKONOMİDEN SORUMLU GENEL BAŞKAN
YARDIMCISI
MERİÇ KÖYATASI’NIN BASIN TOPLANTISI KONUŞMASI
13 Ekim 2021 Elit Otel Taksim İstanbul
Ekonominin fotoğrafını doğru çekmeliyiz ki,
doğru politikalar geliştirelim, doğru reçeteler uygulayalım. Çok kısaca
özetlersek...
Bugün Türk ekonomisi, iktidarın hatalı
politikaları nedeniyle borç batağına saplanmış, büyümeye çalıştıkça fakirleşen,
içeride küçük bir azınlık, dışarıda da finans kapital tarafından sömürülen
hastalıklı bir yapıda…
Enflasyon kalıcı ve yapışkan hale geldi.
Devletin açıkladığı enflasyon ile bilim insanlarının açıkladığı enflasyon
arasında iki kattan fazla fark var. Devlet yüzde 19 diye açıklıyor, bilim
insanları yüzde 44… Özellikle gıda maddeleri ile fiyatını devletin belirlediği
elektrik, doğal gaz akaryakıt gibi enerji fiyatlarındaki artışlar yangını
körüklüyor.
Geniş anlamda işsizlik oranı yüzde 25,
gençlerde ise yüzde 30 seviyesinde.
İşsizliğin bu kadar yaygın, enflasyonun bu
kadar yüksek olduğu bir ekonomide, toplumun büyük bir kesiminde yoksulluk hüküm
sürüyor. Önümüzdeki günlerde bu açlık sorununa bir de ısınma sorunu eklenecek.
Mutfakta yangın sürerken evlerde donma tehlikesi baş gösteriyor.
Devlet bütçesi halka hizmet bütçesi olmak
yerine sarayın şatafat bütçesi ile iktidar yandaşlarını zengin etme bütçesi
haline dönüşmüş durumda. Üstelik bunu yaparken de sürekli açık veriyor ve
borçlanıyor. Sadece bugünü değil yap işlet devret modeli hastane, otoyol,
köprü, hava limanı gibi projelerle gençleri ve daha doğmamış çocukları bile 25
yıllık bir borç batağının içine sokuyor.
AKP iktidarı, ekonomide öylesine bir yapısal
bozukluğa ve zehirlenmeye gitti ki, ekonomi bırakın büyümeyi, günlük işleyişini
sağlayabilmek için bile yeniden kriz üretiyor, borç batağına saplanıyor.
Birçok kesim AKP’nin ilk dönemi ile Babacan
dönemini övüyor. Hani “adamlar çalıyor ama çalışıyorlar” denilen dönem. O dönem
esasında Türk ekonomisinin zehirlendiği, büyük yapısal bozulmaya uğradığı bir
dönemdir.
Çünkü o dönem dünyadaki büyük para bolluğuna
rağmen, Türkiye’ye oluk oluk yabancı sermaye akarken, AKP yönetimi yüksek reel
faizle sıcak para politikası izledi, döviz fiyatının hatalı oluşmasına neden
oldu. O döneme ait Merkez Bankası Efektif Döviz Kuru Endeksine baktığımızda
bunu açıkça görüyoruz. Döviz fiyatı hatalı oluşunca da zaten her şey hatalı ve
eğri büğrü oluyor. Bunun sonucunda da başta tarım ürünleri olmak üzere imalat
sanayi ve ara girdi sektörlerinde üretim yapan tüm kesimler rekabet gücünü
yitirdi. Çiftçi tarım üretiminden vaz geçti. Piyasa o dönemde ucuz olan döviz
fiyatlarıyla ithal tarım ürünlerine boğuldu. Tarım sektörü çökertildi. Aynı şey
imalat sanayi, özellikle ara girdi üreten imalat sanayiinde de yaşandı. Ucuz
dövizle ithal edilen mallar piyasaya egemen oldu. Sanayici ihracattan vazgeçti,
iş adamları inşaata ve ithalata yöneldi. Dünyada döviz bol ve ucuzken AKP
yöneticileri ve yandaşları Ağustos böceği misali ekonomi iyi gidiyor diye cır
cır öttü. Ne zaman 2008 krizi patlak verdi, döviz bolluğu sona erdi, sıkıntılar
görülmeye başlandı. Üstüne bir de hukukun rafa kaldırıldığı tek adam rejimi
girince işler iyice sarpa sardı.
O dönem adına hormonlu büyüme dediğimiz
ekonomik yapı, hormonu yiye yiye bugün artık zehirli bir yapıya dönüştü.
Ekonomik faaliyette bulunmak için daha fazla ithalat yapmak zorunda kalıyoruz
ve bunun sonucunda daha fazla dış borç arayışına giriyoruz. Türk ekonomisi
uyuşturucu bağımlısı bir insan gibi, dış borç bağımlısı hale geldi. Ekonomide
faaliyet gösterdikçe, hatta kâğıt üstünde büyüdükçe, ülke borç batağına
saplandı ve fakirleşmeye başladı. Yeni iş alanları açamaz hale geldi. Böyle bir hastalıkla yapıda içeride küçük bir
azınlığın serveti artıyor; çiftçi, emeği ile başkalarının yanında çalışanlar,
esnaf ve emekliler ile bu kesimlerin aileleri, kısaca orta ve alt gelir
grubundaki insanlar daha da fakirleşiyor, içeriden dış dünyaya kaynak
aktarılıyor.
Enflasyon ve işsizlik vatandaşı canından
bezdirdi. Eğitim sistemindeki dindar ve kindar nesil parolası ile birlikte,
tarımda ve sanayide hem işgücünde hem de sermayede faktör verimliliği giderek
düşüyor. Birkaç küçük örnek dışında yüksek katma değerli üretim yapılamıyor.
Özetle, Türk ekonomisi, dünyada likiditenin
(paranın) bol olduğu AKP’nin ilk yıllarında ağır ve vahşi bir sömürü
mekanizmasına kurban edildi. Ve bu mekanizma bütün ağırlığı ve hızıyla Türk
toplumunu sömürmeye devam ediyor.
NE YAPMALIYIZ? DOĞRU PARTİ NELER YAPACAK?
Köklü bir eğitim reformu yapmadan, köklü bir
yargı reformu yapmadan, devlette kuvvetler ayrılığı ilkesini yeniden kurmadan
alınacak hiçbir teknik tedbir, ekonomide düzey çıkmayı ve refaha ulaşmayı
sağlayamaz.
Önce bunu hayata geçireceğiz. Zaten bunu
yapmaya başladığınızda, Türkiye’nin dünya piyasalarındaki riskleri bir anda
ciddi şekilde düşer. Bugün 400 seviyesinde olan ülkenin risk primi (CDS)
kendiliğinden yarı yarıya azalır. Bugün dünyada ülkeler eksi faiz ile ya da
yüzde 0.25’lerle borçlanırken, Türkiye utanç verici bir şekilde dolara yüzde
6.5 faizle borçlanıyor. Bu rakam bile tek başına ekonomimizin ve devletimizin
ne kadar itibarsız olduğunun göstergesi. Sırf iktidar değişikliği ve hukukun
üstünlüğünün sağlanacağı söylemi bile, Türkiye’nin mevcut dış borçlarının
çevrilmesini rahatlatacak, faiz yükünün hafiflemesini sağlayacaktır.
Krizleri aşmak için IMF’nin mevcut Ortodoks
iktisat politikaları yeterli değil. Köklü bir yapısal değişime ihtiyacımız var.
Devletçilik ile piyasayı birleştiren karma
ekonomik model temel tercihimiz. Kalkınmacı bir planlama anlayışı ile insanı
önceleyen güçlü sosyal devlet politikalarını benimseyen, çevreye ve gezegene
saygılı ekonomi politikalarını hayata geçirmek için çalışacağız. Ekonomi dahil
tüm alanlarda, şeffaf, denetlenebilir,
hesap veren ve toplumun tüm kesimlerinin katılımını sağlayan kapsayıcı
politikalar temel ilkemiz olacak.
IMF ve uluslararası kurumların önerdiği acı
reçeteler esasında bütçe harcamalarını kısmak ve devalüasyon ağırlıklı…
Türkiye’de bütçe, saraya ve yandaş müteahhitlere harcanıyor. Bu talan düzenini
kestiğiniz takdirde zaten ilk fırsatta nefes almaya başlıyorsunuz. Günlük
piyasa göstergelerinde stresi azaltıyorsunuz.
Bizim ekonomide yapısal dönüşüm için,
kalkınma, sağlanan refah artışı ve zenginleşmenin hakça, adil paylaşımı ve
bölüşümü için, insan mutluluğu için önerdiğimiz Yol Haritası kısaca özetlemeye
çalışacağım. Detaylarını, diğer konulardaki
görüşlerimizi, sizlere dağıttığımız Yol Haritasında bulabilirsiniz.
Başlıklar itibarı ile ekonomide yapısal
dönüşüm ve kalkınma politikamızın dört temel ayağı var.
Birincisi eğitim. İkincisi tarımda, sanayide
ve kentleşmede planlama, üçüncüsü sosyal devlet ve vergi, dördüncüsü
özelleştirme-kamulaştırma, hesap sorma ve şeffaf ekonomi modelini oluşturma… Ekonomi
ve kentleşme politikalarında çevre koruma, en önemli karar unsurlarından biri
olacak.
KALKINMA VE EKONOMİ POLİTİKASININ BİRİNCİ AYAĞI:
EĞİTİM
En önemli ekonomik varlığımız genç nüfusumuz ve insan
gücüdür. Ezberden ve kindarlıktan uzak, analitik düşünmeyi öğreten köklü bir
eğitim reformu bizim kalkınma politikalarımızın birinci ayağını oluşturuyor.
Başta teknoloji olmak üzere her alanda dışa bağımlılıktan kurtulup kendi
teknolojisini, kendi sanayisini geliştirip üretecek eğitim reformu en önemli
önceliklerimiz… Tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinde yaşadığımız işgücü ve
sermaye verimsizliğini ortadan kaldırmanın temel şartı iyi eğitim.
Eğitimde öğretmen kalitesi büyük önem taşıyor.
Öğretmenlik mesleğini cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi en özendirici meslek
arasına sokacağız. Mevcut öğretmenlerimizin yeterlilik seviyesini ek kurslar
yoluyla yükselteceğiz. Öğretmenlik yüksek eğitimi veren kurumlara girişin, lise
mezunları arasındaki ilk yüzde 10 tarafından tercih edilmesini sağlayacağız.
Bunun için öğretmenlerin maaşları ile milletvekili maaşlarını eşitleyeceğiz.
Sizlere dağıttığımız Yol Haritasında eğitimle ilgili
politikalarımız detaylı bir şekilde yer alıyor. Umarım, bir başka toplantıda
sadece eğitim-ekonomi-kentsel ve toplumsal yapı üzerine detaylı bir sohbet
yaparız.
KALKINMA VE EKONOMİ POLİTİKASININ İKİNCİ AYAĞI:
PLANLAMA
Bizim uygulayacağımız ekonomik model, devletin, özel
sektörün ve tarımda kooperatiflerin birlikte yer aldığı karma ekonomik model.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923’te önerdiği bu model, 2008 ekonomik krizi ve
pandemi nedeniyle bugün dünyada kamuculuk ve kamu müdahalesi gerekliliği adı
altında taraftar toplamaya başladı.
Devlet Planlama Teşkilatını özerk bir yapıda yeniden
kuracağız. Tarımdan sanayiye, yerelden genele kalkınmacı bir planlama anlayışı
ile piyasa dinamiklerini birleştiren bir sistem oluşturuyoruz. Tarımda,
sanayide, yerel kalkınma ve kentleşme politikalarında planlama ve teşvikler
birlikte uygulanacak.
TARIMDA
PLANLAMA: TOPRAK REFORMU VE YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLERİ
Detaylı tarım ve tarıma dayalı kalkınma modeli
hazırladık. Çiftçilerin borçlarını sileceğiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün hayata
geçirmek istediği ama ömrü vefa etmediği için tamamlayamadığı toprak reformunu
günümüz koşullarına göre hayata geçireceğiz. Hazine arazilerini ücretsiz olarak
çiftçilerimize ve büyük kentlerden kırsala göçmek isteyen ailelere tahsis
edeceğiz.
Yeni kuşak Köy Enstitülerini günümüz koşullarında
yeniden kuracağız ve her köye standart öğretmenlerin yanı sıra, Köy Enstitülü
öğretmen, bir ziraat mühendisi ve bir veteriner atayacağız. Bu hamle ile hem
kırsal kesimde yarım kalan Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerini
sürdürmeyi, hem de tarımda verimlilik artışını hedefliyoruz.
Tarımda planlama ve kooperatifleşmeyi sağlayacağız.
Planlanan tarım üretimi sayesinde çiftçiye kar edeceği alım garantisi
vereceğiz, hiçbir çiftçinin ürünü elinde kalmayacak. Tarım alanları, meralar,
su kaynakları, orman varlığı korunacak. Bu alanlara verilen tüm madencilik
ruhsatları iptal edilecek. Ülkemizin iklim şartları ve su alanlarına göre tarım
ve hayvancılık haritası çıkarılacak, buna göre üretim planlaması yapılacak. Bu
plan dahilinde, tohum, gübre, zirai ilaç, yem, damızlık hayvan gibi destekler
sağlayacağız.
Tarım kooperatifleri ile yerel yönetimlerin kentlerde
satış mağazası kurması yerine, mahalle bakkalı ve manavını, esnafı gözetip
kollayan geniş bir tedarik zinciri kurulmasını teşvik edeceğiz. Bunu
kentlerdeki gıda fiyatları artışını önleyecek en önemli girişimlerden biri
olarak görüyoruz.
Her ilde, kooperatifler, yerel yönetimler, üniversite
ve bakanlığın katılımıyla Atatürk Orman Çiftliği modeli ile Ar-Ge üretim
çiftlikleri kuracağız, öğrencilerin bu çiftliklerde çalışmasını sağlayacağız.
Güvenli tarım, sağlıklı gıda, temel ilkemizdir.
Tansiyon ve şeker hastalığını yaygınlaştırıp ulusal güvenliğimizi ve bekamızı
tehdit eden mısır şurubu ve ithal hibrit tohum kullanımına son vereceğiz.
Ziraat Bankası’nın tarımda asli görevine dönmesini
sağlayacağız. Tarım politikaları konusunda da Yol Haritamızda daha detaylı
bilgiler yer alıyor. Bu konuda da daha uzun karşılıklı sohbet etmeyi arzu
ediyoruz.
SANAYİDE
PLANLAMA, YÜKSEK KATMA DEĞER, YEREL KALKINMA-KENTLEŞME VE TEŞVİKLER
Ekonominin rekabet gücünü yeniden tesis edebilmek
için, özerk bir Devlet Planlama Teşkilatı’nın yanı sıra, gerçekçi bir kur
politikası, bağımsız bir Merkez Bankası ve para politikası uygulamak gerekiyor.
Enflasyonu kontrol altına almak ve sonlandırmak için, bir
tarafta devlette yolsuzlukları, şatafatı, bütçe açıklarını, borçlanma
ihtiyacını ortadan kaldırmak gerekiyor. Diğer taraftan da, tarım, sanayi ve
hizmetler sektöründe gerçekçi ve doğru planlama ile arzı artırmak gerekiyor. Bu
politikalar aynı zamanda ekonomik büyümeyi sürdürülebilir ve kaliteli hale
getiren ve aynı zamanda da işsizliği azaltan etki sağlar.
Bunları yaparken uygulanacak planlı teşvik
politikaları ile dış dünyanın artık çöp diye nitelediği, çok düşük katma değer
sağlayan verimsiz sanayilerden aşamalı olarak, kendi teknolojisini üreten orta
ve yüksek katma değerli sanayileri geliştirmek, öncelikli hedefimiz. Planlamacı
uzman arkadaşlarımız ile birlikte, imalat sanayiindeki alt sektörlerde girdi
çıktı tablolarını değerlendirerek istihdama ve ihracata öncelik veren
sektörleri, teşvikleri belirlemeye başladık.
Mevcut istihdamı sakatlamadan, eğitim reformu ile paralel, aşama aşama
yüksek katma değerli üretim zincirinin oluşmasını sağlayacağız. Yüksek Katma
Değerli üretim zinciri derken, sadece yüksek katma değer içeren nihai üretim
değil, o üretimde kullanılan ara girdilerin de Türkiye’de üretilmesini sağlamak
istiyoruz. Yoksa tüm ara girdileri ithal edilen nihai ürünü yüksek katma
değerli montaj ürünler, ülke ekonomisini değil, sadece bireysel yatırımcıyı
zengin eder.
Teşvikleri, genç işgücünün inovasyon yetenekleri, özel
sektör dinamizmi ve özellikle yerel kalkınma modellerinde kadın girişimci gücü
ile buluşturacağız. Gençlerin ve kadın girişimcilerin iş geliştirme projelerine
devletin melek yatırımcı olarak katılmasını sağlayacağız.
Eğitim, yerel kalkınma, modern kentleşme birbirleriyle
iç içe geçmiş kavramlar. Hastalıklı büyük mega kentler yerine Türkiye’nin her
tarafında yerel kalkınma ve kentlerde çağı yakalama hamlesine girişeceğiz.
Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki sanayileşme hamlesi, sadece sanayileşme
değildi. Sümerbank ve benzeri fabrikalar bulundukları kentlerin sosyal ve
kültürel hayatını ve modernleşmesini de sağlıyordu. Bu modeli, günümüz
şartlarına göre örnek alacağız. Belirlenen bölgeler ve sektörlerde hem sanayiye
hem de kentsel gelişime önderlik etmeleri için, devlet doğrudan yatırımlar
yapacak gerektiğinde yerel yönetimler ve özel sektörle birlikte ortaklıklar
kuracak.
Yerel kalkınmanın ve Anadolu’daki kentlerin
çağdaşlaşma hamlesinde başlıca gücümüz, kız erkek ayrımı yapmadan gençlik
olacak. Her yıl her şehirden en az 1000 lise son sınıf öğrencisi olmak üzere
toplam 100 bin öğrenciyi, birinci yıl lisan eğitimi, ikinci yıl lise mezuniyeti
için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere göndereceğiz. Ve yine her sene her
şehirden en az 200 öğrenci olmak üzere her sene 20 bin lise mezunu öğrencimizi
istedikleri dalda öğrenim görmeleri için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere
üniversiteye göndereceğiz. Bu öğrenciler döndüklerinde kendi illerinde en az
beş yıl devletin sağladığı iş garantisiyle çalışmak kaydıyla tam burslu
olacaklar. Gençler, bir taraftan aldıkları iyi eğitim, diğer taraftan farklı ve
yeni dünya görüşleri ile birlikte yerel kalkınmada, Anadolu yerleşim yerlerinin
çağdaşlaşmasında, kültür ve sanatla buluşmasında öncü olacaklar.
İktidarın gelişigüzel dağıttığı maden ruhsatlarının
tümü incelenecek ve çevreyi tahrip edenler başta olmak üzere rant amacıyla
verilen ruhsatlar iptal edilecek. Çevreyi katleden altın madenlerinin
faaliyetlerine son verilecek. Etibank kamulaştırılacak. Mustafa Kemal Atatürk
döneminde olduğu gibi MTA, doğal kaynaklarımızı arayıp bulacak, Etibank da
metal madenlerinin işletme yetkisi ve tekeline sahip olacak. Madenlerin
hammadde olarak ihraç edilmesi yasaklanacak. Maden arama ve işleme alanında
faaliyet gösterecek yerli ve yabancı şirketler ancak MTA ve Etibank’la ortaklık
kurarak çalışabilecek.
KALKINMA VE
EKONOMİ POLİTİKASININ ÜÇÜNCÜ AYAĞI: SOSYAL DEVLET VE VERGİLER
Kâğıt üstünde değil, gerçek bir sosyal devlet
olabilmek için vergi ve maliye politikalarında toplum yararına devrim
niteliğinde değişim şart. Toplam vergi gelirleri içinde üçte iki pay alan KDV,
ÖTV gibi dolaylı vergi gelirlerini, üçte bire düşüreceğiz. Buna karşılık kayıt
dışı alanlarda faaliyet gösteren tüm şirketleri makul vergi oranlarıyla sisteme
dahil edeceğiz. Bugün Türkiye’de milli gelirin yüzde 20’si kadar vergi
toplanıyor. Yaptığımız çalışma ile vergi kaçak ve kaybını önlediğimizde, kent
rantlarını siyasetçilere ve onların yandaşlarına değil de bütçeye
aktardığınızda, vergilerin milli gelir içindeki payını Batı Avrupa
ülkelerindeki gibi yüzde 45 seviyesine çıkarabileceğimizi gördük.
Artan bu vergilerin yanı sıra ihaleler ile hazine
soygunu, hazine garantili yollar ve hastaneler, devlet yönetimindeki şatafat ve
saltanat uygulamalarını kaldırdığınızda elde edeceğimiz kaynaklarla tıpkı Batı
Avrupa ve Kuzey Avrupa ülkelerindeki gibi sosyal devlet yapısına ulaşmak mümkün
olacak. Sağlanan bu kaynaklarla, eğitim
sağlık ve sosyal güvenliğe ayrılan paylar iki üç katına çıkarılacak.
Bugün Avrupa ülkelerinde bütçeden karşılanan
emeklilik, sağlık ve sosyal yardım harcamaları milli gelire ortalaması (GYSYİH)
yüzde 29… Buna eğitimi de eklediklerinde sosyal devlet harcamaları yüzde
35’leri buluyor. Türkiye’de ise eğitim, sosyal yardımlar ve sağlık harcamaları
dahil hepsi milli gelirin yüzde 10’u seviyesinde… Türkiye’nin ciddi bir vergi
reformu yapıp, kamudaki yağmayı önlemesi ve bütçenin milli gelirin içindeki
payını yüzde 45’e çıkarması gerçekleştirilebilecek hedefimizdir.
Sosyal devlet dendiğinde ilk olarak akla dört konu
gelir. Eğitim, sağlık, emeklilik sistemi ve sosyal yardımlar… Gereken refor
yapıldığında, bütçeden milli gelirin yüzde 8’ini eğitime, yüzde 6’sını sağlığa,
yüzde 20’sini emeklilik ve sosyal yardımlara harcayacağız. Yaklaşık yüzde 10 –
12’si de asayiş, savunma, yargı, kamu yönetimi gibi devletin normal işlerine
ayrılacak.
(Bu arada sosyal devlet için mevcut durumda Türkiye ne
harcıyor diye hatırlarsak, rakamlar (2019 bütçesi) yaklaşık olarak şöyle: Milli
gelir içinde eğitimin payı yüzde 2.9 (yüzde 1.2 kadar özel sektör harcaması
var.) Sağlığın payı yüzde 1.1 (Bir o kadar da özel sektör harcaması var.) Sosyal güvenlik harcamaları da yüzde 5.5...
Eğitim, sağlık ve sosyal yardımlar toplamı yüzde 9.5 civarında… Toplam bütçe
yüzde 22… Kalan yüzde 12 devlet hizmetleri için…)
Eğitim: Tamamen parasız olacak. Taşımalı eğitime son
verilecek. En ücra yerdeki köylerde okul açılacak. Ayrıca, ilköğretim ve orta
eğitim çağındaki çocukların beslenmesini devlet karşılayacak. Tarikatlara ait
üniversiteler kapatılacak mal varlıklarına el konacak, dünya çapında eğitim
veren özel vakıf üniversiteleri desteklenecek. Devlet öğrencisine kredi ve borç
vermez. Karşılıksız burs verecek. Tüm öğrenci kredi borçları silinecek. Her
ilde hesapsız kitapsız açılan, üniversite eğitiminden çok uzak tabela
üniversiteleri kapatılacak, bunların yerine gençleri meslek sahibi yapacak
meslek okulları kurulacak.
Sağlık: Herkese, koruyucu ve tedavi edici ücretsiz kaliteli
sağlık hizmeti sağlanacak. Kimse sosyal güvenlik şemsiyesi dışında kalmayacak.
Devleti soyan hantal Şehir Hastaneleri sistemine son verilecek. Her ilde vatandaşların
kolayca ulaşabileceği devlet hastaneleri ve semt hastaneleri açılacak.
Emeklilik:
Emekli maaşları, bir emeklinin mutfak,
temel ihtiyaçlar ve kültürel harcamalar dahil, iki kişiyi rahatça geçindireceği
seviyeye yükseltilecek.
Sosyal
Yardımlar ve Vatandaşlık Temel Geliri: Sosyal yardımlar, iktidarın sadakası gibi dağıtılmayacak, ihtiyaç
sahiplerine adil bir şekilde dağıtılacak. Dünyadaki teknolojik gelişmeler ve
yapay zeka, robotlar, otomasyon, üretim sürecinde hızla insanoğlunun yerini
alıyor. Bu nedenle, sosyal yardım ödemelerinde yeni modeller geliştirmek
zorundayız. Geliri ne olursa olsun tüm vatandaşlara Vatandaşlık Temel Geliri
olarak ödenmeli. Teorik olarak bu çalışmayı yaptık ve hedeflediğimiz vergi
reformunu gerçekleştirdiğimizde, tüm vatandaşlara Vatandaşlık Temel Geliri
ödemesi yapılacak. Kimse sadakaya muhtaç hale bırakılmayacak.
KALKINMA VE EKONOMİ POLİTİKASININ DÖRDÜNCÜ AYAĞI:
HESAP SORMA, DEVRİ SABIK YARATMA VE ŞEFFAF YÖNETİM
Özelleştirmeler, ihaleler, hazine garanti ödemeleri,
şaibeli imar planı değişiklikleri gibi tüm konular teker teker incelenecek.
Köprü ve otoyollar ile şehir hastanelerindeki garantiler ve elektrik dağıtım
şirketleri gibi imtiyaz devrine konu olan özelleştirmeler iptal edilecek.
Yapılan yolsuzluklar, kimsenin yanına kar kalmasın
diye devri sabık yaratılacak, milletin parasını soyanlardan ve halkın
müştereklerini yağmalayanlardan bu paralar son kuruşuna kadar alınıp hazineye
gelir kaydedilecek.
Siyasette hesap sormak intikam almak demek değildir.
Yapılan yolsuzluklar, yapanın yanına kar kalırsa, toplumda genel ahlak
seviyesini ve adalet duygusunu koruyamayız.
Yaşanan yandaş zengin etme politikaları, ihaleler, imar değişiklikleri
gibi kararlarla sağlanan sebepsiz zenginleşmeler toplumda hem adalet duygusunun
körelmesine yol açtı, hem de toplumsal ahlak seviyesinin bozulmasına neden
oldu. Hesap sorarak, toplumda bozulan ahlak seviyesi ile kaybolan adalet
duygusunu yeniden tesis edeceğiz.
Denetim gücü ve etkisi artırılmış parlamenter sistem,
güçlü yargı ve bağımsız özgür basın sayesinde de başta ekonomi olmak üzere tüm
kamu yönetiminde şeffaflığı sağlayacağız.
İnsan odaklı bir ekonomi ile özgürlük, demokrasi ve
bağımsızlık Türk milletinin en temel hakkıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder