EKONOMİ YÜZDE 1.8 BÜYÜMÜŞ… HORMONLU BÜYÜME
MODELİNDEN, ZEHİRLİ BÜYÜME MODELİNE GEÇTİK
Meriç KÖYATASI
DORĞU Parti Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı
Devletin resmi istatistik kurumu TUİK, 2020 yılında
ekonominin yüzde 1.8 büyüdüğünü açıkladı. Pandemi nedeniyle dünyanın bir çok
yerinde ekonomiler küçülürken, ekonomilerde ağır durgunluk yaşanırken
Türkiye’nin yüzde 1.8 büyüdüğünün açıklanması, kulağa hoş geliyor da, acaba ne
kadar gerçekçi ve ne kadar sağlıklı bir büyüme?
AKP iktidarının ilk yıllarında sağlanan yüksek
büyüme hızlarına, iş dünyası, ekonomiyi sadece borsa ve piyasa diye gören borsa
ve banka ekonomistleri alkış tutarken benim gibi azınlıkta kalan ekonomistler,
bu büyüme için hormonlu büyüme diyorduk. Daha önce ekonomi için hormonlu büyüme
yakıştırması yapan var mı tam bilemiyorum ama galiba bu tanımlamayı, ilk kez
ben 13 Aralık 2005’te Akşam Gazetesi’nde yapmıştım.
Şimdi geldiğimiz noktada ekonomideki büyüme için
hormonlu büyüme tanımlamasını kaldırıyorum, yerine toksin üreten zehirli büyüme
tanımlaması yapıyorum.
Hormonlu büyüme nasıl bir şey, zehirli büyüme nasıl
bir şey açıklamaya çalışayım.
Normalde, ekonomik büyüme iyidir. Bir yıl içinde bir
ülkede üretilen tüm mal ve hizmetlerin sabit fiyatlarla ölçüldüğünde arttığı anlamına gelir. Ekonomi büyüdükçe, o ülkede
insanların geliri, zenginliği, refahı artar. Yatırımlar çoğalır, işsiz
insanlara yeni iş kapıları açılır, işsizlik azalır.
AKP’nin ilk döneminde ekonomi, inşaata ve ithalata
dayalı olarak büyüyordu. Yüksek faiz nedeniyle döviz kuru düşüktü. İthalat
ucuzdu. Türkiye üretmeden, dış açık vererek, dış borcunu artırarak ithalatla ve
bulduğu parayı betona gömerek inşaatla büyüdü. İlk yıllarda bu büyüme bir
miktar refahı artırıyordu ama sürdürülmesi mümkün değildi. Tıpkı el parasıyla
düğün yapıldığı gibi… O yüzden ben o dönemki büyümeye hormonlu büyüme adını
vermiştim.
Şimdi ise ekonomi hormonu yiye yiye, toksin üretir
hale geldi. Hormonlu büyüme, yerini zehirli büyümeye bıraktı.
Neden zehirli büyüme… Çünkü ekonomi büyüdükçe ihracat
değil ithalat artıyor. İşte bakın bu sene büyüdük ama ihracat yüzde 15
geriledi, buna karşılık ithalat yüzde 7 arttı.
Ekonomi büyüdükçe, Türkiye’nin dış açığı artıyor, borcu artıyor. Hem
zenginleşiyorum diye hava atıyorsun ama baktığında borcun artıyor,
fakirleşiyorsun. Cari açık 9 milyar dolardan 35 milyar dolara çıktı. Dolarla
ölçtüğün zaman kişi başına milli gelir 9213 dolardan 8599 dolara gerilemiş.
Ekonomi büyüdükçe işsizlik azalır, insanlar iş
bulur. Bizde tam tersi. İşsizlik almış başını gitmiş, yüzde 28’i bulmuş. Ekonomi
büyürken, bırakın insanların yeni iş bulmasını, pandemi nedeniyle işten
çıkarmalar yasak olmasına rağmen, çalışan nüfus sayısı 1 milyon 300 kişi daha
azalmış. Bir o kadar nüfus daha çalışma çağına gelmiş.
Büyüdükçe borç batağına batıyorsun, büyüdükçe
insanlar bırakın iş bulmayı, işini kaybediyor. Bu büyümenin içindeki en büyük
zehir.
Zehir bununla kalsa iyi… Dahası ve hatta beteri var.
Kaliteli bir büyüme için hem hane halkının geliri artacak, hem de tüketimi. Bu
tüketim artışına bağlı olarak da yatırımlar aratacak, üretim artacak… Hane
halkının tüketimi Yüzde 3.2 artmış. Ama geliri artmış mı? İşgücüne yapılan
ödemeler milli gelirin yüzde 34.8’i iken yüzde 33’e düşmüş. Çalışanlar, bu
ekonomik büyümeden bırakın payını almayı, mevcut payları azalmış. Küçük bir
azınlık zenginleşmiş, çoğunluk fakirleşmiş.
GELİRİ ARTIRMADAN KREDİ İLE TÜKETİMİ ARTIRMAK
Ekonomik durgunluğu aşmak için, basiretli
yönetimlerin olduğu ülkelerde halka gelir transfer edilir. Gelir desteği
sağlanır, geliri artırılır. Halk da tüketimini artırır, piyasa canlanır,
sanayici üretimini artırır yatırım yapar. Ama bizde tersi olmuş. Gelir azalmış,
buna karşılık tüketimi artırmak için ucuz faizle tüketici kredileri dağıtılmış.
Tüketiciler de bu kredilerle gitmiş otomobil satın almış, altın ithal etmişler.
Başta kamu bankaları olmak üzere o kadar hesapsız
kitapsız kredi dağıtıldı ki, bu krediler geri dönmüyor. Bankalar batık
kredilerin peşine düşmekten korkuyor, batık kredileri zorla yüzdürmeye
çalışıyor. Bankalar Birliği’ne göre batık krediler ile batmamış görülen ama
geri ödenemeyen kredilerin toplamı 500 milyar lirayı buldu. Tüketimi, halkın
gelirini artırarak değil de kredi ile artırırsan, bu da başlı başına bir toksin
kaynağıdır, ekonomiyi zehirler.
Peki bu kadar durgunluğa rağmen bu yüzde 1.8 büyüme
nereden kaynaklanıyor? Büyümenin iki motoru görülüyor. Bir tanesi bankacılık
kesimi. Yüzde 21 büyümüş ama öz sermayeleri artacağı yerde batık kredileri
çoğalmış.
Bir diğer kalem var ki evlere şenlik. TUİK’e göre
Türkiye’de sabit sermaye yatırımları yüzde 6.5 artmış. Ne demek sabit sermaye
yatırımları… Ekonomide her şey iyi gidiyor. İş adamları bakmış piyasa canlı.
İşler tıkırında, yeni fabrikalar yapalım, üretimi artıralım… Kulağa hoş geliyor
ama böyle bir şey yok.
Sabit Sermaye yatırımlarının yüzde 6.5 artması
demek, Türkiye’nin dört bir yanında yeni fabrikaların yapılması, yeni otellerin
yapılması demek. Yapılan yeni fabrika inşaatı gören var mı? Yok… Yeni otel
yapımını bırak Türkiye’deki turistik otellerin yarısından fazlası bankalar
yoluyla icradan satılık hale düştü düşecek.
Bankalar ucuz dövizle tüketici kredisi dağıttı
demiştik ya. İnsanların bir kısmı o düşük faizle gitti altın aldı, Türkiye’nin
altın ithalatı patladı. Üstelik o altınların bir kısmı yastık altında duruyor.
TUİK, tüketici kredileri ile yapılan altın ithalatını gayrisafi sabit sermaye
yatırımı diye milli gelir hesaplarının içine koyuyor. Böylece ekonomi büyümüş
gibi görünüyor…
Büyüme konusundaki benim son sözüm şudur. Eskiden
hormonlu olan büyüme modeli sona erdi, şimdi zehirli büyüme dönemine gelindi.
Yapılacak şey, doğru döviz kuru politikasıyla, doğru
planlamayla, tarımsal üretimi, ihracatı ve katma değeri yüksek sanayi
yatırımlarını teşvik eden, bir avuç yandaş ve paydaşı zengin etmek yerine halkın
mutluluğunu gözeten bütçe ve ekonomi politikaları uygulamak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder