28 Aralık 2021 Salı

KUR GARANTİSİ İLE ATTIKLARI TAŞ KURBAĞIYI ÜRKÜTMEYECEK

 

23 ARALIK 2021 


EKONOMİDE TERS KÖŞE ALKIŞLANMAZ, AKSİNE GÜVEN SARSAR…  ÜSTELİK DE SUÇTUR…

KUR GARANTİSİ İLE ATTIKLARI TAŞ KURBAĞIYI ÜRKÜTMEYECEK, DAĞ FARE DOĞURACAK, ENFLASYONU BİZE KALACAK…

Türkiye’de olup bitenler bir gerilim filmi gibi… Üzerimize adeta bir kâbus çöktü. Ekonomide istikrarsızlık had safhada… Saray yönetiminin gün aşırı birbiri ile çelişen kararları, herkesin kafasını karıştırıyor.

Kur garantili köprü gibi, mevduatta kur garantisinin faturasını da parası olmayanlara yüklediler. Tıpkı köprüden geçmeyenlerin ödediği köprü parası gibi… Bunu yaparken toz duman içinde ortaya iki büyük yeni sorun çıktı… Birincisi güvensizlik ve istikrarsızlık, üstelik suç işlenerek had safhaya ulaştı. İkincisi de açıkladıkları kur garantili mevduat için Hazine başka telden Merkez Bankası başka telden çalıp kaytarmaya çalışıyor. Saraydan yeni ve sert bir emir gelmezse, belli ki onlar da bu kur garantisini sulandıracaklar, döviz kaldığı yerden devam edecek…

Önce istikrar ve güvene gelelim. Döviz kurunun bir ay içinde yüzde 80 artması, ardından da bir gün içinde yüzde 30-40 seviyesinde düşmesi istikrarsızlığın daniskasıdır. Bu kadar oynak bir piyasada hiçbir kişi ya da kurum iş yapmak istemez. İstikrar için ise güven gerekir. Bizde ise güven yerlerde sürünüyor ve maalesef güven sarsan kararlar SUÇ İŞLENEREK alınıyor.

Saray yönetimi, ekonomide herkesi ters köşe yaptı. Bir futbolcu, penaltı atışında kaleciyi ters köşeye yatırıp topu ağlara gönderirse, bu hareket alkışlanır ve takdir görür. Ancak ülkeyi yönetenlerin herkesi ters köşeye yatırması alkışlanmaz. Bu, hem güven kaybına yol açar hem yasalara göre suç, hem de ahlaka göre ayıptır.

Bir gün önce bir toplantıda, “ Neymiş efendim faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu” diyeceksiniz, ertesi gün tüm dünyayı, kendi halkınızı, piyasaları aldatıp faize kur garantisi getirerek örtülü faiz artışı yapacaksınız. Normal ülkelerde, ekonomi yönetimleri alacakları kararları kamuoyuna açıklarlar ve o kararları aynen uygularlar. Bizdeki gibi tam tersini yapmazlar. Aksi takdirde büyük güven kaybı oluşur.

Bu kargaşa arasında kimse fark etmedi. Ama Sözcü Gazetesi’nde yazan Çiğdem Toker herkesin bildiği ama farkına varmadığı konuyu yakaladı ve gündeme getirdi. O da insider trading.  İçeriden öğrenenlerin ticareti… Finansal bilgileri ve kararları önceden öğrenen kişilerin bu bilgiyi kendi çıkarları için kullanması… Cumhurbaşkanı, faizi düşüreceğini bir kez daha güçlü bir şekilde vurgularken, ertesi gün tam tersi bir karar alınıyor. Faiz örtülü olarak artırılıyor. Ve Aynı gece bazı kişiler, 1 milyar dolarlık dövizi 18 liradan satıp sonrasında 11 liradan geri alıyor. Dolar başına 7 lira, eşittir 7 milyar liralık bir vurgun… Bu hem Türkiye’de hem de dünyanın hemen hemen bütün ülkelerinde suç. Türkiye’de bu suçu araştıracak savcı bulmak olanaksız gibi… Ama bu olay suç olduğu kadar, toplumsal vicdana ve toplumsal ahlaka da sığmaz. Ayıptır. Ortada savcı yok. Ama bu olayı ayıplayıp kınayanların sesi çıkamıyor. Aksine, kararı alan siyasi otoritenin seçmenleri sokağa çıkıp halay çekerek ayıbı ve suçu, kutsayıp kutluyor.

Hem karar alıcı olarak söylediğin bir şeyin tam tersini yapacaksın, hem bu suç olmasına rağmen yanına kar kalacak, hem de yandaşların bunu davul zurnayla kutlayacak. Böyle bir ekonomiye hangi yerli ve yabancı yatırımcı güvenir… Bu saatten sonra faizi istediğiniz kadar artırın, istediğiniz kadar taviz verin,  Türkiye’ye yabancı sermaye gelmez, aklı başında yerli yatırımcılar yatırım yapmaz. Ancak yurt dışına para çıkarmış yandaş ve paydaşların yurt dışına çıkardığı paralar, başka bir siyasi hesap için Türkiye’ye gelir.

HAZİNE VE MERKEZ BANKASI TOPU TACA ATMAYA ÇALIŞIYOR

İkinci nokta da şu… Faize kur garantili mevduat konusunda faturanın ne kadar büyüyeceği, belirsizlik taşıyor. Ucu açık. Ucu açık faturayı Hazine de yüklenmek istemiyor, Merkez Bankası da… Yaptıkları açıklamalar ya da yayınladıkları tebliğler ile işi yokuşa sürüyorlar. Anladığım kadarıyla, Saraydan yeni ve sert bir emir gelmezse, kur garantisini sulandırmak istiyorlar. En az üç aylık vade şartı, özel kişilerin bu uygulamadan sadece bir kez faydalanabilmeleri gibi…

Türkiye’de mevduat sahipleri bir aydan fazla vadeye girmiyor. Üç aya nasıl ikna olacaklar bilemiyorum. Bekleyip göreceğiz. Yandaş iktisatçılar ve yazarların şu söylediklerini de bir kenara not edin: “Kaynaklarımız, döviz spekülatörlerinin bir süre daha dövizde kalacağı…”

Buradan anladığım kadarıyla, ekonomi yönetimi de, bekledikleri döviz bozdurmanın gerçeklemeyeceğinin farkına vardılar. Başka bir deyişle attıkları taş ürküttükleri kurbağaya değemeyecek. Dövizin düştüğü noktada, döviz gerekçesiyle artırılan fiyatlar düşmeyecek,  enflasyon hızlanarak artmaya devam edecek. Üç aya kalmaz döviz, “Bu istikrarsızlık ve güvensizlik ortamında bu kadar istirahat yeter” deyip yoluna devam edecek. Çünkü Türkiye’de dövizin artmasına neden olan reel sorunlar olduğu yerde duruyor. Merkez Bankası döviz rezervleri eksi 40 milyar dolar. Dış borcumuz 450 milyar dolar. Bir yıl içinde ödenmesi gereken dış borç ve cari açık 200 milyar dolara yaklaşacak. Bütçe daha çıkmadan delik deşik olmuş. Kamunun iç borçları daha da artacak. Enflasyon hızlanarak devam edecek. Ekonomi uyuşturucu bağımlısı gibi dışborçkolik hale gelmiş. İstikrarsızlığın ve güvensizliğin had safhada olduğu bu reel ekonomik yapıda ne düzeldi ki, kur yerinde kalsın?

 

OCAK AYI FIRTINALARINA DİKKAT

 

Kur garantili Türk Lirası faizde son durum ne? Dün yazdığımız gibi. Hazine Merkez Bankası’na, Merkez Bankası da Hazine’ye topu atıyor. Bankacılar ne yapacaklarını bilmiyorlar. Yeni bir yasal düzenleme yapılması gerektiği söyleniyor. İstim arkadan gelsin deniyor ama şu ana kadar tatmin edici yasal bir düzenleme yok. Piyasalarda yavaş yavaş kandırıldık duygusu yayılıyor. Hükümete yakın gazeteci Hande Fırat’ın ekonomi yönetimine yakın kaynaklardan aktardıkları burada önemli bir not olarak dursun:  “Beklenti ilk aylarda yaklaşık 50 milyar dolarlık mevduatın Türk Lirasına dönmesi… Kaynaklarım, spekülatörlerin bir süre daha dövizde kalacağını tahmin ediyor…”

Devlet, dolar düştü işte fiyatları düşürün diyor. Benzine, mazota, elektriğe, doğalgaza yaptığı zamları geri almıyor. Pazarcıya sebzenin meyvenin fiyatını düşür diyor. Ama gübredeki yüzde 500’lük zamlar, zirai ilaçlardaki yüzde 100’ü aşan zamlar ortada duruyor.  Hele bir Aralık ayı enflasyonu açıklansın, dış piyasalardaki noel ve yılbaşı telaşı bitsin… İyimserler, bu kur garantili mevduat hikâyesini en fazla üç ay gibi görüyordu. Ama galiba üç aydan önce patlayacak gibi duruyor. Kim bilir neler olacak?

Şimdilik ekonomist şapkamızı bir kenara bırakalım ve kaptanlık şapkamızı takalım. Biz denizciler için yüzyılların deneyiminden süzülüp gelen fırtına takvimi vardır. Her yıl, birkaç gün önce ya da sonrasına denk gelir ama mutlaka o tarihte fırtına patlar. Denizciler ona göre seyir planı yaparlar, sığınacak güvenli liman ararlar. Takvimler 9 Ocak’ta Zemheri, 14 Ocak’ta Karakancaloz fırtınalarını gösteriyor. Aman dikkat.

Zemheri: Kışın en soğuk günleri, karakış anlamına gelir. Denizciler için Fırtına Takviminde Zemheri zamanı 22 Aralık’ta başlar, 30 Ocak’ta biter.  Bu soğuk günlerde zemheri adını alan fırtına ise bir iki gün yanılma ile 9 Ocak’tadır.

Karakancaloz: Türkçe ve Yunancada kullanılır. Kötü ruh anlamına gelir. Türk ve Yunan denizcilerin fırtınanın şiddeti nedeniyle bu ismi taktığı rivayet olunur. Tarihte yazılı olarak ilk kez Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde rastlanmıştır.

 


21 Aralık 2021 Salı

EKONOMİDE TERS KÖŞE ALKIŞLANMAZ, AKSİNE GÜVEN SARSAR

 


EKONOMİDE TERS KÖŞE ALKIŞLANMAZ, AKSİNE GÜVEN SARSAR…

Kur garantili mevduat uygulaması ile faizin örtülü olarak artırılması üzerine kur düştü ve Malatya’da AKP’liler kur düşüşünü, halay çekerek kutladı. Bir futbolcu, penaltı atışında kaleciyi ters köşeye yatırıp topu ağlara gönderirse, bu hareket alkışlanır ve takdir görür. Ancak ülkeyi yönetenler, ısrarla düşürdükleri faiz için bir gün önce “Ben faizleri düşüreceğim. Bu Müslümanlık için nastır” deyip ertesi gün faize kur garantisi getirerek örtülü faiz artırımına giderse, bu “Ne güzel ters köşe yaptı” diye alkışlanacak bir davranış değildir. Aksine, bu tüm dünya piyasalarını ve kendi halkını gözüne baka baka yanıltmaktır. Zaten kaybolan güveni iyice düşürmektir… Normal ülkelerde ve demokrasilerde ekonomiyi yönetenler ve Merkez Bankaları, gizli saklı davranmazlar. Gelecekte neler yapacaklarını açıklarlar ve yaparlar. 

 


EYYY TÜSİAD DEDİLER FAİZİN VE DÖVİZ KURUNUN YÜKÜNÜ VATANDAŞA BİNDİRDİLER

 Ekonomist Meriç Köyatası kur garantili mevduatın sonunu açıkladı. Her dediği çıkan adam garsonun hesabı kime kilitleyeceğini yazdı (yenicaggazetesi.com.tr)



Ekonomist Meriç Köyatası kur garantili mevduatın sonunu açıkladı. Her dediği çıkan adam garsonun hesabı kime kilitleyeceğini yazdı

Ekonomist Meriç Köyatası, “Hazine açıkları ve enflasyon beklentileri nedeniyle döviz kuru yine artacak. Kur garantili mevduat için üç ay, altı ay ve bir yıllık vade koydular. Üç aylık vadeli TL mevduatı artar. Üç ay sonra da Hazine büyük bir açıkla karşı karşıya kalır” diye yazdı.

Doğru Parti Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Meriç Köyatası sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda hükümetin ekonomi politikalarını sert dille eleştirdi.

“Eyyy TÜSİAD dediler, bankaların ve sanayinin ödemesi gereken yükü, milletin sırtına yüklediler… faiz lobisiyle Sevr anlaşması imzaladılar” diyen Köyatası, “Kur garantili otoyollardan sonra kur garantili faizimiz de oldu… üç haneli enflasyona hazır olun. Ne oldu da yüksek kur ve ihracata dayalı Türk modelinden iki gün içinde vazgeçtiniz? fırtına poyrazdan eserken aniden lodosa drise etti kaptan çaresiz” diye yazdı.

Köyatası’nı yazısının tamamı şu şekilde:

“Döviz kurlarında ve piyasalarda fiyatların ani bir şekilde yükselmesi de, ani bir şekilde düşmesi de istikrarsızlık göstergesidir ve sağlıklı değildir. İstikrar önemlidir. Dövizde son 4 ayda yaşanan spekülatif yükselişin normal şartlarda faiz artışı ve bütçeden tasarruflarla engellenmesi gerekirken, Saray Yönetimi, faize kur garantisi vererek örtülü faiz artırımı yaptı. Bu kur garantisinin bütün yükü ve riskleri Hazine’nin üstüne yıkıldı. Hazinenin, dolayısı ile Türk milletinin sırtındaki kur garantili otoyollar, köprüler, havaalanları, şehir hastanelere, şimdi de kur garantili faiz yükü bindi.

Faiz, borç alanla borç veren arasındaki bir fiyattır. Başka bir ifade ile mevduat sahibi ile banka arasında ve kredi alanla banka arasındaki fiyattır. Şimdi devlet mevduat sahibine diyor ki, “Sen paranı Türk Lirası ile bankaya yatır. Faiz ne kadar düşük olursa olsun fark etmez, dönem sonunda döviz kuru ne kadar arttıysa, aradaki farkı ben vereceğim.” FAİZİ ÖDEMESİ GEREKEN BANKALAR VE KREDİ KULLANAN İŞADAMLARI YERİNE, BU PARAYI HAZİNE’YE VE TÜRK MİLLETİNE ÖDETİYOR.

Karar açıklandığında sıcağı sıcağına akşam saatlerinde Facebook hesabımda paylaşmıştım. Bu karar, Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık satışından da beter bir fatura çıkaracak.

Saray yönetimi ve yandaşları, bundan iki gün öncesine kadar “Kuru bilinçli olarak yükseltiyoruz. İhracata dayalı yerli ve milli Türk modeli uygulayacağız” derken ani bir U dönüşü çektiler, örtülü olarak faizi yükselttiler. Ne oldu ya da neyin farkına vardılar ki, bu U dönüşünü yapmaya mecbur kaldılar? Hiçbir dayanağı olmayan yüksek kura dayalı Türk Modeli hayallerinin ömrü nasıl kısa olduysa, bu modelin ömrü de o kadar kısa olacaktır.

Bir taraftan “Eyyy TÜSİAD biz sizin cibilliyetinizi biliyoruz” derken, diğer taraftan bankalar ve kredi kullanan işadamlarının üzerindeki tüm riskleri milletin sırtına yüklediler. Belli ki, döviz kurundaki büyük artışlar; dış borcu bulunan bankalar ve özel sektörü uçurumun kenarına getirmiş. Anlaşılan kötü ekonomi yönetimi nedeniyle, bankalar ve dış borcu bulunan özel sektör şirketleri kurtarılmaya çalışılıyor. Bedeli de Türk Hazinesinin iflası olarak ödenecek.

Esasında olan biten, sevgili dostum ekonomist Cüneyt Akman’ın tweetinde belirttiği gibi, Ekonomi Yönetiminin Faiz Lobisi ile Sevr Anlaşması imzalamasıdır. Bu anlaşma ile sıcak parayı Türkiye’ye davet etmektir.

Bu modelde ısrar edilirse neler olacağını özetleyelim. Bankalar mevduata düşük faiz verecek. Artan kur farkını Hazine bütçede olmayan para ile karşılamaya çalışacak. Ya bugünden çok daha yüksek faizle borçlanarak ve bu borcu Türk Milletinden toplayacağı vergilerle ödeyecek. Ya da dönüp Merkez Bankasına para bas bana ver diyecek. Bunların her ikisi de üç haneli enflasyon demektir. Ve elbette, eğitim, sağlık başta olmak üzere birçok devlet hizmeti daha da aksayacak.

Para piyasalarında kısa süreli döviz düşüşü görülebilir. Kamu bankaları aracılığı ile Merkez Bankası’ndan döviz satıyor olabilirler. Ya da yurt dışından Katar, BAE ya da bıyıklı Türklerin paralarını da getirmiş olabilirler. Bunu birkaç gün içinde anlayacağız. Bu düşüş uzun sürmez. Şunu söylemek, bir iktisatçı olarak boynumun borcu... Hazinede ve bütçede karşılığı olmayan garanti nedeniyle Türkiye’nin riskleri kendiliğinden artar. Dolar 8.5 lira ve Merkez Bankası faizi yüzde 19 iken Hazine yüzde 17 ile borçlanıyordu. Dolar 18’e çıkıp Merkez Bankası faizi yüzde 14’e düştüğünde, Hazine faizi düşmedi aksine yüzde 25’e tırmandı. Çok kısa bir süre içinde önce Hazine borçlanma faizi daha da artacak, Hazine açıkları ve enflasyon beklentileri nedeniyle döviz kuru yine artacak. Kur garantili mevduat için üç ay, altı ay ve bir yıllık vade koydular. Üç aylık vadeli TL mevduatı artar. Üç ay sonra da Hazine büyük bir açıkla karşı karşıya kalır.

Önümüzdeki aylar birçok belirsizliğe gebe… Fırtına poyrazdan eserken aniden lodosa dönüyor. Geminin kaptanı ise şaşkın… Dalgayı baş omuzluktan karşılamak yerine bir iskele bordadan, bir sancak bordadan alıp sürekli yalpaya düşüyor. Umarım kayalıklara bindirip gemiyi parçalamaz.

Ekonomide var olan güven sorunun giderilmesi bu saatten sonra mümkün değildir. Bu da istikrarsızlığa neden oluyor. AKP iktidarının ekonomide teknik olarak alacağı hiçbir önlem kalmamıştır. Biran önce bırakıp gitmelidirler. Eğer bu ülkeyi birazcık sevip düşünüyorlarsa da, gidinceye kadar olan sürede, biraz faizi yükseltip bütçe harcamalarını kısmak ve piyasaların sakinleşmesini sağlamaktır. Bunu saray yönetiminden beklemenin bir hayal olduğunu biliyorum ama yine de bir temenni olarak aktarmak istiyorum.

 


18 Aralık 2021 Cumartesi

SÖMÜRGE EKONOMİSİ MODELİ

 

Uğur Dündar: Sömürge ekonomisi modeli!.. – Sözcü (sozcu.com.tr)

18 Aralık 2021 Sözcü Gazetesi

İFLASIN EŞİĞİNDE SÖMÜRGE EKONOMİSİ MODELİ

Doğru Parti Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, dostum, gazetecilikten arkadaşım Meriç Köyatası’ndan yeni bir mektup aldım. Köyatası, döviz kurlarında yaşanan fırtınayı, asgari ücreti, ortaya atılan ihracata dayalı ekonomik büyüme modelini ve emeklilerin zam beklentilerini bir potada eritip değerlendirmiş.

Gerek kurlardaki artışın, gerek yeni belirlenen asgari ücretin Türkiye’yi fakirleştirdiğini, fakirleşen bir ülkede düşük değerli ihraç malları ile bir kalkınma ve refah sağlanamayacağını, aksine ekonomide sömürge modeline geçildiğini söylüyor. Özellikle emekliler için yazdıkları çok ilginç. İster kapitalizmin kuramcısı Adam Smith’in penceresinden, ister sosyalist ekonominin kuramcısı Karl Marks penceresinden bakın, emekliler için ciddi bir maaş zammı yapılması gerektiğini savunuyor.   

Sevgili Uğur…

Ekonomide fırtınalı günler yaşıyoruz. 15 Aralık’ta ABD Merkez Bankası FED’in açıklaması, 16 Aralık’ta bizim Merkez Bankası’nın faiz indirme kararı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan asgari ücreti birlikte değerlendirmemiz gerekiyor. Türkiye giderek fakirleşiyor. Hem döviz kurundaki artışlar nedeniyle fakirleşiyor, hem de asgari ücretteki kâğıt üstündeki artış ama gerçekteki düşüşü nedeniyle yoksullaşıyoruz.

Maalesef Türkiye, bilinçli bir şekilde son dört ayda faizleri indirerek Türk Lirasının yaklaşık yüzde 80 değer kaybetmesine yol açtı. Burada önemli olan nokta şu. Şu ana kadar dolar değer kazanmıyordu, Türk Lirası değer kaybediyordu. ABD Merkez Bankası’nın 15 Aralık’ta yaptığı varlık alımlarını azaltma kararı, artık tahvil alımlarını sınırlayacağı ve karşılığında piyasaya dolar sürmeyeceği anlamına geliyor. Ayrıca 2022 ve 2023 yıllarında da faizi yükselteceğini açıkladı. ABD’nin bu politikası tüm dünyada doların değerini yükseltecek. Artık bugünden itibaren Türk Lirası hem kendi iç sorunları nedeniyle değer kaybetmeye devam edecek, yanı sıra ABD doları da, kendi dinamiği ile değer kazanacak. Böylelikle döviz kuru iki etki nedeniyle yükselmeye devam edecek.

Yine ayrıca Türkiye’nin 450 milyar dolarlık dış borcu, bir yıl içinde ödenmesi gereken dış borç ve cari açık miktarının yaklaşık 200 milyar doları bulması ek döviz talebi yaratacak. Bu da döviz kuru üstünde yine yukarı yönlü bir baskı oluşturacak. Artan döviz kuru, mevcut enflasyonu daha da artıracak. Türkiye, enflasyon, devalüasyon sarmalına girdi. Güvenilir bir siyasi iktidar değişikliği ve sağlam bir ekonomi politikası yürürlüğe girinceye kadar bu kısır döngü devam edecek. 

Maalesef yaşadığımız kur krizi, 1994 krizi ve 2001 krizinden daha ağır olacak gibi duruyor. Hatırlarsın, ekonomi profesörü Tansu Çiller, yüzde 90 olan faizleri emirle yüzde 88’e indirmek istemişti. Dolar önce 8 bin liradan 12 bin liraya ardından da bir iki ay içinde 40 bin liraya çıktı, sonrasında gecelik repo faizlerinin yüzde 400’e çıkarılmasıyla 30 bin lirada sakinleşmişti. İnatla ve emirle faizi indirmenin bedeli yüzde 375 oranında devalüasyon olmuştu. Şu andaki dış borcumuz ve cari açığımız 1994’ten daha ağır… Varın bundan sonra olacakları tahmin edin.

Ve maalesef bunlar bilinçli uygulanan politikaların sonucu. Şu soruyu rahatlıkla sorabiliriz. “Türkiye’nin uluslararası piyasalarda güven kaybı o kadar arttı ki, artık yurt dışından yüksek faizle bile borç bulmakta zorlanıyor. Acaba dış kaynak yaratmak için Türkiye’nin varlık değerlerini iyice ucuzlatıp yok pahasına yabancılara mı satmayı planlıyorlar?”

Türkiye’de olan biteni yakından izleyenler, bu soruya gerçekçi yanıt bulabilecektir diye düşünüyorum.

ASGARİ ÜCRETİN YÜKÜ İŞVERENLE BÜTÇE ARASINDA PAYLAŞTIRILDI

Gelelim yüksek döviz kuru ve düşük ücret seviyesi ile Türkiye’nin ihracata dayalı yeni kalkınma modeli hayallerine… Maalesef bu da boş bir hayalden öteye geçmeyecek. Yine 16 Aralık’ta açıklanan asgari ücrete bu pencereden bakmakta fayda var. 

Net asgari ücret 2825 liradan 4253 liraya geldi. Artış, yüzde 50…

Dolarla baktığımızda 2021 yılı başında asgari ücret 384 dolardı, şimdi 275 dolar oldu. Yüzde 28 düştü… Dolardaki artış devam edeceğine göre asgari ücret daha da düşecek demektir.

Asgari ücretteki gelir vergisi ve damga vergisi kaldırıldı. Buna göre de brüt asgari ücret, sosyal güvenlik ödemeleri dahil, 4203 liradan 5879 liraya çıktı. Artış, yüzde yüzde 39… Asgari ücretteki vergi kalkınca, yüzde 50’lik artış yükünün 39 puanı işverene, kalan 11 puanlık kısmı da işverenden alınıp bütçeye, dolayısıyla toplumun bütününe yansıtılmış oldu.

İster döviz kurundaki artışa bakalım, ister bağımsız ekonomistlerin hesapladığı yıllık yüzde 58 enflasyona bakalım, gerçekte asgari ücretin satın alma gücünün düştüğünü söylemek doğru bir tespit olur. 

ÇİN MODELİ DEĞİL SÖMÜRGE EKONOMİSİ MODELİ

Buradan şunu anlıyoruz. Türk ekonomisi ve Türk özel sektörü, teknolojisi, bilgisi ve yapısal özellikleriyle, dünya ekonomisinde ancak baskılanmış sefalet ücreti ile rekabet edebiliyor. Bunda işverenlerin yetersizliği kadar niteliksiz eğitim yapısıyla işgücünün de elbette payı var. Konunun göz ardı edilmemesi gereken önemli bir tarafı da budur ve çok acı bir tablodur. Kindar nesil eğitimi devam ettikçe bu durum daha da kötüleşecektir. O nedenle biz Doğru Parti olarak ısrarla ekonomideki kalkınma modelinde birinci ayağın nitelikli eğitim olduğunu savunuyoruz.

Düşük ücret ve artan döviz kuru ile Türkiye ihracatını artıracak ve ekonomik büyüme sağlayacak iddialarına gelince… Maalesef bu da ayakları yere basın gerçekçi bir yaklaşım değil. Düşük ücret ve yüksek kura dayalı model ile Türkiye zenginleşmez, aksine fakirleşir.

İhraç malları fiyatlarınız düşerken, ithal malları fiyatlarınız artıyorsa, yaptığınız ihracatla zenginleşmez, aksine yoksullaşırsınız. Yurt içinden yurt dışına gelir ve servet transfer edersiniz. Çin modelini bir yana bırakın. Bu tipik bir sömürge ekonomisi modelidir.  

Asgari ücret seviyesine ve son dört aylık faiz indirimleri sonucu tırmanan döviz kurlarına baktığımda Türk ekonomisi için “iflasın eşiğinde sömürge ekonomisi modeli” dışında bir tanımlama yapamıyorum.  

ADAM SMİTH, KARL MARKS VE EMEKLİLER…

Asgari ücretin 2825 liradan 4253 liraya çıkması üzerine, emekliler de kendilerine yapılacak zammı bekliyor.  Mart 2021 tarihine göre Türkiye’de ortalama emekli maaşları şöyle: İşçi emeklileri için 2206 lira, Bağ Kur emeklileri için 1684 lira, memur emeklileri için 2735 lira… Emekli maaşlarının en az asgari ücret kadar, hatta bir miktar üstünde olması en doğal haklarıdır.

Kapitalist ekonominin kuramcısı Adam Smith, servetin kaynağı olarak kendi geliştirdiği emek değer teorisi kapsamında, emeği görür. Bu teoriyi daha sonra sosyalist ekonominin kuramcısı Karl Marks geliştirmiş, kârın ve servetin kaynağını emeğin yarattığı artı değer olarak tanımlamıştır. Esasında her ikisi de aynı kapıya çıkar. Kamuya ve özel sektöre ait oluşan tüm servetlerde emeğin, dolayısıyla emeklilerin yadsınamaz hakları vardır. Ve yaşları itibarıyla emekliler, hayat ipinin uzun tarafını değil, kısa tarafını tutuyorlar. Emeklilerden sabır beklemek çok büyük haksızlıktır.

 

 

 

 

 

 


14 Aralık 2021 Salı

BAŞLIKLARLA DOĞRU PARTİ EKONOMİ POLİTİKALARI

EKONOMİDE İZLEYECEĞİMİZ YOL HARİTASI, ÇOK KAPSAMLI BİR ÇALIŞMANIN ÜRÜNÜ... ÖNCEKİ DOSYALARDA BU ÇALIŞMANIN ÖZETLERİ YER ALDI. BU DOSYADA SADECE BAŞLIKLARLA EKONOMİDEKİ YOL HARİTAMIZ YER ALIYOR.

EKONOMİDE YANGINI SÖNDÜRMEK İÇİN….

Hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı ve demokrasi sözü vereceğiz. İşinde uzman kadroları göreve getireceğiz, Merkez Bankası ve TUİK’i bağımsızlığını kollayacağız.

Müteahhitler ve şehir hastanelerine, asalak vakıflara, fahiş fiyatlı ihalelere yapılan ödemelere son vereceğiz.

 Başta elektrik dağıtım şirketleri, otoyol ve köprüleri kamulaştıracağız. Yağmalanan özelleştirmeleri iptal edip tekrar kamu mülkiyetine alacağız.

Ekonomiye can suyu vermek amacıyla, çitçiye, emekliye, işçiye, memura, öğrenciye, esnafa, KOBİ’lere, işsizlere ve sosyal yardım hak sahiplerine, kredi değil  doğrudan gelir desteği sağlayacağız.

Çiftçinin borç faizlerini sileceğiz, mazot, gübre, tohum, yem, zirai ilaç giderlerini ucuzlatacağız.

Dış borç ve ithalat bağımlılığını azaltmak için ithal ikamesi sanayiye destek vereceğiz, gerekirse devlet olarak biz yatırım yapacağız.

Öğrencilerin ana para ve faiz olmak üzere kredi ve yurtlar kurumuna olan tüm borçlarını sileceğiz. Tüm tarikat yurtları, okulları ve üniversitelerini kapatıp mallarına el koyacağız.

YANGIN SONRASI YAPISAL DEĞİŞİM VE HEP BİRLİKTE ÜRETİM VE ADİL BÖLÜŞÜM PROGRAMI…

Hep birlikte üreteceğiz ve ürettiğimizi adil bir şekilde bölüşeceğiz.

Atatürk’ün ilkeleri doğrultusunda devlet ve özel sektörün yer aldığı karma ekonomik model uygulayacağız.

En önemli hedefimiz güçlü bir sosyal devlet oluşturmak. Bunun için köklü bir vergi reformu yapacağız. Bütçeyi mille gelirin yüzde 50’ye çıkaracağız. (Hali hazırda yüzde 20)

Artan bu kaynaklarla;

Eğitim tamamen parasız olacak. Kindar nesil yerine çocukları özgür ve analitik düşünmeye yönelten eğitim sistemi geliştireceğiz.

İlköğretimde öğrencilerin protein ihtilacını karşılamak için iki öğün yeleğini devlet verecek.

Yeni kuşak köy enstitüleri kurulacak. Milli gelirden eğitime ayrılan pay yüzde 4’ten yüzde 8’e çıkarılacak.

Öğretmen, doktor, hemşire, hakim, savcı maaşları milletvekili maaşları ile aynı (ya da yakın) seviyede olacak. 

Koruyucu ve tedavi edici kaliteli sağlık hizmeti herkese ücretsiz olarak sağlanacak. Kent dışındaki şehir hastaneleri kapatılacak, şehir içinde vatandaşın kolaylıkla ulaşabileceği semt hastaneleri kurulacak.

Bir emekli maaşı, kültür ve tatil ihtiyaçları dahil iki kişinin rahatça geçinebileceği seviyede olacak. Sosyal yardımlar sadaka gibi değil herkese adil bir şekilde ulaştırılacak. Güçlü bir vergi reformu ile birlikte tüm yurttaşlara Vatandaşlık Temel Geliri adı altında maaş bağlanacak, kimse kimseye muhtaç kalmayacak. Bu vaatlerin kaynağı için şu anda milli gelir içinde sosyal güvenliği ayrılan yüzde 5’lik pay yüzde 20’ye çıkarılacak.

  Devlet Planlama Teşkilatını yeniden kuracağız. Dinamik bir planlama anlayışıyla ile tarımda, sanayide, turizmde, hizmetler sektöründe yerelden genele doğru kalkınma hamlesi başlatacağız.

Tarımda üretim planlanacak. Çiftçinin ektiği ürün elinde kalmayacak. Hepsini devlet satın alacak. Her köye bir ziraat mühendisi ve bir veteriner atanacak. Yerli tohum ıslahı ve yerli hayvan ırkı ıslahı çalışmaları artırılacak.

Güneydoğu Anadolu bölgesi başta olmak üzere boşa milyarlarca metreküp suyumuz, kanallar ve boru hatları ile Orta Anadolu’ya taşınacak ve tarımda Büyük Orta Anadolu Projesi hayata geçirilecek.

Her il ve bölge için istihdam, ihracat ve teknoloji öncelikli olarak sanayi ve turizm yatırımları planlamalarına başladık. Bu yatırımlar devlet eliyle ve teşvik edilecek özel sektör tarafından yapılacak.

Gençlerin ve kadınların yaratıcı projelerine devlet sermaye desteği sağlayacak, ortak olacak.

Her bölge için arkeolojik ve tarihi zenginlikler ile gastronomi çeşitliliğini ön plana çıkaran turizm kalkınma hamlesi başlatılacak.

Her sene her ilden en az 1000 olmak üzere 1000 bin lise son sınıf öğrencisi birinci yıl lisan öğrenmek, ikinci yıl için liseyi bitirmek için iki yıllığına Avrupa ülkeleri, Rusya ve Çin’e gönderilecek. Yine her ilden en az 200 olmak üzere 20 bin lise mezunu genç üniversite eğitimi için ABD. Avrupa ülkeleri, Rusya ve Çin’e gönderilecek. Ve yine her ilden en az 50 olmak üzere 5000 üniversite öğrencisi, yüksek lisans ve doktora için ABD, Avrupa ülkeleri, Rusya ve Çin’e gönderilecek.

Çevreyi tahrip eden ve rant amaçlı dağıtılan maden ruhsatları iptal edilecek. Metal madenlerin arama faaliyetleri MTA, işleme faaliyetleri de Etibank’ın devletin tekelinde olacak. Maden işleme konusunda yerli ve yabancı şirketlerin Etibank ile ortaklık kurması teşvik edilecek. Madenlerin ham madde olarak ihraç edilmesi yasaklanacak. Ancak yüksek katma değerli işlenmiş maden ihraç edilebilecek.

Tüm ekonomik faaliyetlerde çevreye saygı temel kriter olacak.

Tüm ekonomik ve sosyal faaliyetlerde engelli vatandaşlarımıza pozitif ayrımcılık yapılacak.

DOĞRU PARTİ EKONOMİDE ÇIKIŞ YOLU - YOL HARİTASI

 

DOĞRU PARTİ’NİN EKONOMİDE YOL HARİTASI

CHP, İYİ P, Demokrat Parti ve Gelecek Partisi’nin ekonomiyle ilgili kurmayları, Mecliste ekonomide Yol Haritası çıkarma amacıyla toplandılar. Dün DOĞRU Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu, bir yazı yayınladı. (25 Kasım 2021) Yazıda, CHP ve İyi Parti’nin, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu ile bir araya gelmesini eleştirdi ve şu soruyu sordu:

“Dünün hesabını henüz vermemiş kirlenmiş siyasetçileri, bugünkü sıkıntılarımızın suç ortakları, şimdi kurtarıcı mı oldu? Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Akşener, Londra tefecilerinin adamlarından size hayır gelmez. Çözüm istiyorsanız, akıl almak istiyorsanız yardıma hazırız. DOĞRU Parti Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Meriç Köyatası’na rica ederiz. O da, “DOĞRU Parti Yol Haritasını” yanına alır ve sizlere anlatır. Krizden nasıl çıkılır, nasıl bağımsız ekonomik politika uygulanır, nasıl üretir, nasıl hakça paylaşılır, nasıl zenginleşilir sizlerle ve Türk Milleti ile paylaşırız.”

Dört partinin nasıl bir Yol Haritası hazırlayacağını göreceğiz. Öncesinde ben, ekonomide yangına müdahale politikaları ile DOĞRU Parti’nin ekonomi alanındaki Yol Haritasını burada paylaşayım. Biraz uzun gelebilir ama tarihe not düşelim. Daha önce bu Yol Haritasının 2 sayfalık ve 12 sayfalık özetini paylaşmıştım. Şimdi biraz daha detaylısı aşağıda. Burada önerilen ve vaat edilen konu ve başlıklarını hepsinin arkasında sayfalar dolusu gerekçeler, dosyalar, raporlar var. Arzu edenlerle o konuları teker teker konuşur tartışırız.

YANGINA İLK MÜDAHALE

Ekonomideki yangının en önemli nedeni, yönetim krizi ve tek adam rejimidir. Tek adam rejiminden tekrar parlamenter sisteme geçiş, bağımsız yargı, insan haklarına saygı gibi reformların gerçekleştirileceğinin kararlı bir şekilde ifade edilmesi, yangına yapılacak ilk müdahale olmalıdır.

İkinci müdahale, ekonomi alanında liyakat sahibi yöneticilerle Bağımsız Merkez Bankası, bağımsız TUİK ve Saray Rejiminin israfına son verecek, Hazine’yi yağmalayan garantili Kamu Özel İşbirliği Projelerinin sonlandırılacağı vaadi olmalıdır.

Üçüncü olarak da Hazineyi ve kamu mallarını soyan ve yağmalayanlardan bağımsız yargı önünde hesap sorulup çaldıkları paranın tahsil edileceği, Hazine’ye gelir kaydedileceği konusunda çok kararlı bir ifadenin kullanılmasıdır.

Bu üç tedbir sadece kararlı bir söz verme ifadesidir. Piyasalarda etkisini hemen gösterir. Türkiye’nin risk primlerini (CDS) ve kısa vadede uluslararası piyasalardaki finansman maliyetlerini düşürür. Döviz piyasalarındaki oynaklığı sakinleştirir.

Hemen ardından bu vaatlerin gereği için kararlı adımlar atılmalı, yeni bir vergi reformu paketi hazırlanmalıdır. Başta tarım olmak üzere imalat sanayi, KOBİ’ler ve esnafın üretime katılmasını sağlayacak can suyu ve dar gelirlilere ücretliler ve emeklilere nefes alacak doğrudan gelir transferleri yapılmalıdır.

Sıkılaştırılması ve kesilmesi gereken bütçe harcamaları, çiftçi, emekçi ve dar gelirlileri değil, çalıp çırpmayı hedefleyen gereksiz ihaleler, hazineyi yağmalayan yandaş ve paydaş müteahhitler, saray destekçisi asalak vakıf ve kişilere yönelik olmalıdır. Türkiye’de Hazine talanı öylesine boyuttadır ki, bu talanın önlenmesi, hem bütçeyi rahatlatır, hem de sefalete sürüklenen geniş kesimlere doğrudan gelir desteğine olanak sağlayacak büyüklüktedir.

Sayıları tam olarak bilinmeyen ama 6 milyon ile 10 milyon arasında olduğu söylenen sığınmacı sorunu çözülmeli, sığınmacılar ülkelerine geri gönderilmeli ve buradaki ekonomik külfet ortadan kaldırılmalıdır.

Bütçedeki sıkılaştırma ve ekonomiye verilen can suyu da enflasyonun temel nedenlerinden biri olan üretim ve arz yetersizliğine çözüm sağlar.

Başta elektrik dağıtım şirketleri olmak üzere Hazine Garantili otoyol, köprü ve şehir hastaneleri devletleştirilecektir. Yapılan özelleştirmeler incelenecek ve gerektiğinde bir kısmına el konacak, bir kısmı bedeli ödenerek devletleştirilecektir.

İlk etapta ithalata bağımlılığı azaltmak amacıyla ithal ikamesi sanayi teşvik edilecek, gerektiğinde bu alanda devlet doğrudan yatırım yapacaktır.

Bunlar yangına ilk müdahale için zorunludur. Ama eski dönemlerde, krizlerle mücadelede olduğu gibi nefes aldıktan sonra rehavete kapılmamalıdır. Hiç gecikmeden ekonomide planlı bir kalkınma ve adaletli bir gelir bölüşümünü hedefleyen yapısal devrim (reform) kararları yürürlüğe girmelidir. Bu da siyasi partilerin görüşleri ve tercihlerini yansıtır. DOĞRU Parti olarak bizim ekonomideki Yol Haritamızın geniş özeti, aşağıdaki gibidir.

DOĞRU PARTİNİN EKONOMİDE YOL HARİTASI

Köklü bir eğitim reformu yapmadan, köklü bir yargı reformu yapmadan, devlette kuvvetler ayrılığı ilkesini yeniden kurmadan, alınacak hiçbir teknik tedbir, ekonomiyi düze çıkarmayı ve refaha ulaşmayı sağlamaz.

Yabancı tefecilere Osmanlı dış borçları teminatı için kurulan “Duyun-u Umumiye” benzeri Varlık Fonu ve Borç İdaresi Kurumu kapatılmalıdır...

Toplum refahını yok saymadan, insanı unutmadan ekonomide büyümek amaçlanmalıdır... Ekonomide üreterek yoksulluğu bitirmek, ürettikçe artan zenginliği hakça bölüşmek ve mutlu insanlar ülkesi olmak amaçlanmalıdır...

Ekonomi yönetiminde devlet, özel sektör ve kooperatiflerin yer aldığı karma ekonomik model tercih edilmelidir...

Dış borca dayalı hormonlu büyüme politikaları süratle terk edilmeli, ithalata bağlı üretim gerçekçi bir programla yeniden yapılandırılmalı ve ihracata dönük yapıya ulaştırılmalıdır.

Bütün bölgelerde yerelden genele piyasa dinamikleri göz ardı edilmeden, kendi kaynaklarımızla yurt çapında kalkınma hamlesi başlatılmalıdır...

Devlet Planlama Teşkilatı özerk yapıyla yeniden kurulmalı, çiftçi, işçi, işveren, esnaf gibi ekonomik aktörlerin tümünün eşit temsil edildiği “Ekonomik Sosyal Konsey” etkin biçimde kullanılmalıdır... Başta vergi reformu olmak üzere, ekonomi alanında alınacak bütün kararları, “Ekonomik Sosyal Konsey” etraflıca tartışmalıdır... Devlet Planlama Teşkilatı ve Ekonomik Sosyal Konsey toplantılarında danışmanlık yapacak bağımsız “Bilim Danışma Kurulu” kurulmalıdır...

KALKINMA MODELİMİZİN BİRİNCİ AYAĞI: EĞİTİM

Bilimi esas almadan, bilgi toplumunu geliştirmeden, ekonomik kalkınma ve zenginleşmeyi sağlamanın mümkün olmadığı anlaşılmalıdır. Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler yakından izlenmeli, değişen üretim biçimleri, iş bölümleri ve iş ilişkilerine uyum sağlanmalıdır. Bilgi, bilginin toplanıp işlenmesi, algoritma yönetiminin önemli olduğu günümüzde, geleneksel yöntemlerle rekabet edilemeyeceği bilinmelidir...

Türkiye’mizin kalkınmış bir ülke olarak dünyada etkili bir güç olması için, başta teknoloji olmak üzere, her alanda dışa bağımlılıktan kurtulup kendi teknolojisini, kendi sanayi ürünlerini üretmesi sağlanmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için, iyi eğitilmiş kalifiye genç nüfusumuzun büyük bir şanstır. Eğitim sistemi hurafe ve dogmadan uzaklaşmalı, analitik düşünce ve bilime öncelik veren yapıya kavuşturulmalıdır...

Ar-Ge faaliyetleri desteklenmeli, dünyadaki 5.0 sanayi devrimi ile ortaya çıkan yeni kentleşme ve modernleşme anlayışı yakalanmalıdır...

Öğrenim çağında, özellikle ilköğretimdeki bütün öğrencilerin sağlıklı beslenmesinin devletin sorumluluğunda olduğu unutulmamalıdır... Öğrencilerin yeterli protein, sebze ve meyve tüketebilmesi için, bütün öğrencilere ücretsiz sabah kahvaltısı ve öğle yemeği verilmelidir...

Öğretmen maaşlarını, kendi içindeki kıdemler gözetilerek, milletvekili maaşlarına yakın bir seviyeye endekslenmelidir. Cazibesi artacak öğretmenlik mesleği için adaylar, lise mezunlarında ilk yüzde 10’a giren öğrenciler arasından seçilmelidir...

Yeni Kuşak Köy Enstitüleri kurulmalıdır. Buradan mezun olan öğretmenler, normal müfredat öğretmenlerinin dışında yerel kalkınma, tarımda ve üretimde verimlilik artışı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yarım kalmış Aydınlanma Devrimlerinin öncüleri olmalıdır.

KALKINMA MODELİMİZİN İKİNCİ AYAĞI: PLANLAMA, YEREL KALKINMA, TEŞVİKLER VE KENTLER

Ekonominin tüm sektörlerinde dağınık olarak verilen teşvikler tek merkezde, Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde toplanmalıdır...

Türkiye Kalkınma Bankası tekrar Ankara’ya taşınmalı ve DPT’nin kalkınma ve teşvik politikasının, finansman aracı haline getirilmelidir...

Eximbank ihracatı destekleyen ihtisas bankası olarak ihracatçıların hizmetine sunulmalıdır...

DPT’nin her bölge ve Türkiye geneli için, dünyadaki değişimler ve piyasa dengelerini gözeterek plan hazırlaması sağlanmalıdır... Planlama yapılırken, ekonominin tüm alt sektörlerindeki girdi çıktı tabloları esas alınmalıdır. Modern planlama tekniği ile yatırımlarda, bölge, istihdam, teknoloji, ihracat ve benzeri tercihler yapılırken, kapsayıcı olmalı, akıl ve bilimden sapmadan, ekonominin tüm aktörlerinin demokratik katılımı sağlanmalıdır.

Teşvikler, genç işgücünün inovasyon yetenekleri, özel sektör dinamizmi ve özellikle yerel kalkınma modellerinde kadın girişimci gücü ile buluşturulmalıdır. Gençlerin ve kadın girişimcilerin iş geliştirme projelerine devletin melek yatırımcı olarak katılmalıdır.

Belirlenen bölgelerde ve sektörlerde önderlik etmesi için, devletin doğrudan yatırımlar yapması hedeflenmelidir...

Yerel kalkınma modelinde: DPT, üniversite, belediye, esnaf, sendika, KOBİ, iş adamı, kooperatif ve çok ortaklı girişimlerle işbirliği şarttır... Ortak kararla seçilen yatırımlara sermaye için kredi desteği verilmeli, yeterli girişimci çıkmazsa doğrudan devletin yatırımı sağlanmalıdır...

Eğitim, yerel kalkınma, modern kentleşme birbirleriyle iç içe geçmiş kavramlar.

İçinde insan olmayan en mükemmel kent planlamasının işe yaramadığı bilinmelidir... Yerel kalkınma modelleri ve yeni ekonomik hayatın uygulamasıyla kentlerimizi yeniden kurarken, doğa-kent-insan ilişkisi unutulmamalıdır. Her insanın, cadde ve meydanlarda hareketli bir sosyal hayatın yaşanacağı mekanlara, kültür merkezlerine, spor alanlarına, ihtiyacı olduğu bilinmelidir... Modernleşme ve çağı yakalamak için sadece binaya değil, insana ve sanata yatırım yapılmalı, sanatçılar desteklenmelidir.

Hastalıklı büyük mega kentler yerine Türkiye’nin her tarafında yerel kalkınma ve kentlerde çağı yakalama hamlesine girişilmelidir. Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki sanayileşme hamlesi, sadece sanayileşme değildi. Sümerbank ve benzeri fabrikalar bulundukları kentlerin sosyal ve kültürel hayatını ve modernleşmesini de sağlıyordu. Bu modeli, günümüz şartlarına göre örnek alınmalıdır. Belirlenen bölgeler ve sektörlerde hem sanayiye hem de kentsel gelişime önderlik etmeleri için, devlet doğrudan yatırımlar yapmalı, gerektiğinde yerel yönetimler ve özel sektörle birlikte ortaklıklar kurmalıdır.

Gençlerimize sadece çağdaş bilimi sunmak yetmiyor. Onlara yaşadıkları kentlerde evrensel değerleri yaşama olanakları da açmak gerekiyor...

Yerel kalkınmanın ve Anadolu’daki kentlerin çağdaşlaşma hamlesinde başlıca gücümüz, kız erkek ayrımı yapmadan gençlik olmalıdır. Her yıl her şehirden en az 1000 lise son sınıf öğrencisi olmak üzere toplam 100 bin öğrenci, birinci yıl lisan eğitimi, ikinci yıl lise mezuniyeti için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere gönderilmelidir.

Ve yine her sene her şehirden en az 200 öğrenci olmak üzere her sene 20 bin lise mezunu öğrencimiz istedikleri dalda öğrenim görmeleri için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere üniversiteye gönderilmelidir. Bu öğrenciler döndüklerinde kendi illerinde en az beş yıl devletin sağladığı iş garantisiyle çalışmak kaydıyla tam burslu olmalıdır. Gençler, bir taraftan aldıkları iyi eğitim, diğer taraftan farklı ve yeni dünya görüşleri ile birlikte yerel kalkınmada, Anadolu yerleşim yerlerinin çağdaşlaşmasında, kültür ve sanatla buluşmasında öncü olacaklardır.

Modern kentlerde çocuk meclisleri olmalı ve oyun alanlarını çocukların kendileri yönetmelidir...

Sağlık Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Sistemleri ve yerel yönetimlerle birlikte Türkiye’nin her yerinde modern Huzur Evleri teşvik edilmelidir...

KALKINMA MODELİMİZİN ÜÇÜNCÜ AYAĞI: YÜKSEK KATMA DEĞER ZİNCİRİ

Düşük katma değer üreten bir ülke olduğumuz ve ihracatla ekonomik büyüme var gibi görünse de ithalata bağımlı olduğumuz ve ülkemizin fakirleştiği unutulmamalıdır...

Fakirleşen uzmanlık tuzağına düşmeden ve işsizlik dalgasına kapılmadan adım adım orta ve yüksek katma değerli sektörlere geçişimiz sağlanmalıdır...

Orta ve yüksek katma değerli sektörlerde uzmanlaşırken, DPT’nin ara mal üretimini planlayan yatırımları teşvik edilmelidir... Sanayinin yapısı yüksek katma değerli ürünlere doğru değiştirilirken, verimliliği ve rekabet gücü artırılmalıdır...

Yeni kurulacak stratejik sanayi sektörleri korunmalı, bu yeni sanayilere kaynak tahsisi yaparken, planlama ile piyasa dengesi gözetilmelidir...

Dünya ile rekabet edebilecek yatırımlar için: Düşük faizli kredi, özel sektörle ortaklık ve yaratıcı projelere devlet desteği sağlanmalıdır...

Belirlenmiş bazı sektörlerde dünya ölçeğinde rekabet gücü kazanılıncaya kadar, yeni şirket kurulması sınırlandırılmalıdır...

Türkiye’nin rekabet gücünün, işgücü piyasasında açlık sınırının altındaki ücret politikalarıyla sağlanmayacağı unutulmamalıdır. Rekabet gücü, dinamik yenilikçi özel sektör, planlı kalkınma anlayışına uygun teşvik, gerçekçi para politikası ve kalifiye insanlarla sağlanabilir...

PARA POLİTİKALARI VE SERMAYE PİYASALARI

Para politikaları, gerçek anlamda bağımsızlığına kavuşturulmuş Merkez Bankası tarafından yürütülmelidir...Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının temel görevleri: Enflasyonla mücadele ve fiyat istikrarının oturtulması olmalı, Merkez Bankası, faiz ve kur politikalarında özerk davranmalıdır... Hükümet bütçe dengesini sağlayıp iç ve dış borç ihtiyacını azaltarak, Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelesine destek vermelidir...

Katma değeri artıran ihracata dayalı ekonomik kalkınma modeli benimsenmelidir...Bağımsız ve özerk Devlet Planlama Teşkilatı ile bağımsız ve özerk Merkez Bankasının uyum içinde çalışması sağlanmalıdır...

Para piyasalarında BDDK ve bankalar uluslararası standartlarda çalışmalı, Kamu bankalarının ucuz finansman göreviyle ortaya çıkacak zararları, bankanın öz kaynaklarından değil, Hazine’den karşılanmalıdır...

Kooperatifler ve çok ortaklı yerel girişimlerin, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda, piyasalara açılması teşvik edilmelidir...

VAATLERİMİZİN KAYNAĞI, BÜTÇE VE MALİYE POLİTİKALARI

Devletin değil, milletin parası vardır. Siyaset, milletin vergilerini, doğal kaynaklarını harcarken toplum yararına tercih yapma sanatı olmalıdır... Bütçe ve devlet harcamaları, siyasetçiler ve yandaşları için zenginleşme aracı değil hizmet aracı olmalıdır... Sosyal devlet ilkeleri ve ekonomik kalkınma programları için, yeterli kaynaklarımızın olduğu unutulmamalıdır...

Toplumun büyük kesiminin vicdanını sızlatan vergi yapısı değiştirilmeli, çağdaş toplumlardaki uygulamalara göre bir vergi reformu yapılmalıdır... Bugün ülkemizde vergilerin yüzde 70’i zengin fakir demeden herkesten alınan ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergilerden oluşuyor. Bu adaletsiz uygulama kesinlikle değiştirilmelidir... ÖTV ve KDV oranları düşürülmeli, kayıt dışı ekonomi durdurulmalı ve doğrudan toplanan vergiler artırılmalıdır...

Cumhurbaşkanlığı uçak filosu ve devlette 200 bin makam aracı saltanatına son verilmeli. Gelişmiş ülkelerdeki gibi 10 bin makam aracı dışındakilerin tümü satılmalıdır...

Milleti soyanların yolsuzluklarının yanlarına kâr kalmaması için, bağımsız yargı önünde hesap sorulmalıdır...Vergi reformu ve doğru bütçe dengeleri ile sağlanacak kaynakların yanı sıra, çalınan paralar ve sanayi tesisleri yasalarla geri alınmalıdır...

Sadece merkezi hükumetin değil, bazı belediyelerin de üzerine gidilmeli, devletin iç ve dış borcunu karşılayacak büyüklükteki yağmalamalar geri alınmalıdır...

Hesap sormalardan gelecek devasa kaynak, sosyal devlet harcamalarına, pandemi nedeniyle kredi borcu şişen esnafa ve düşük gelir gruplarına, çalışamayıp zor duruma düşenlere aktarılmalıdır...

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Belediyelerin imar değişikliklerinden doğan kent rantları, adil biçimde vergilendirilmelidir... İmar planı rantları, siyasetçilere ve müteahhitlere verilmemeli, yarısı yerel yönetimlere, yarısı merkezi bütçeye aktarılmalıdır...

Devri sabık yaratılmalı ve özelleştirme adı altında yağmalanan kamu yatırımlarına el konulmalıdır...Köprü ve otoyollardaki geçiş garantileri kaldırılmalı, duruma göre kimisi haklı bir bedelle, kimisi bedelsiz olarak geri alınmalıdır...Elektrik dağıtım şirketlerindeki altyapı yatırımları incelenerek bedelsiz veya haklı bir bedelle devletleştirilmeli, yönetimleri merkezi hükumete ve yerel yönetimlere bırakılmalıdır...Araç muayene istasyonu gibi imtiyaz devri olan özelleştirmeler iptal edilmeli, hiçbir bedel ödenmeden devletleştirilmelidir...Arsa rantı nedeniyle yapılan özelleştirmelerle kapatılan ve yerine inşaat yapılan yerlerde ek rant vergisi alınmalıdır...Düşük bedelle özelleştirme yapılan işletmelerde kamu payları artırılmalı veya özelleştirme bedeli ödenerek geri alınmalıdır...

Bugün milletvekilleri asgari ücretin 10 katı kadar maaş alıyorlar, bu oran Avrupa ülkelerindeki gibi 5 katı olmalı ve asgari ücret yükseltilmelidir... 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu değiştirilmeli, 3600 ek gösterge sorunu çözülmelidir...

Öğretmen, hakim, savcı ve hekim-hemşire maaşları, en yüksek devlet memuru maaşı ve milletvekili maaşı seviyesine yakın bir seviyede belirlenmelidir.

GÜÇLÜ BİR SOSYAL DEVLET İÇİN

Bugün Türkiye’de milli gelirin yüzde 20’si kadar vergi toplanıyor. Bu büyüklükteki bütçelerle sosyal devlet olunmaz. Vergi kaçak ve kaybı önlenmeli, kent rantları siyasetçilere ve onların yandaşlarına değil bütçeye aktarılmalı, vergilerin yanı sıra ihaleler ile hazine soygunu, hazine garantili yollar ve hastaneler, devlet yönetimindeki şatafat ve saltanat uygulamaları kaldırılmalı, devlete ait imtiyazlı işletmelerin gelirleri ile birlikte, bütçe toplam gelirlerinin Batı Avrupa ve Kuzey Avrupa ülkelerindeki gibi milli gelirin yüzde 45-50 seviyesine ulaşması sağlanmalıdır.

Avrupa ülkelerinde bütçeden karşılanan emeklilik, sağlık ve sosyal yardım harcamalarının milli gelire ortalaması (GYSYİH) yüzde 29… Buna eğitimi de eklediklerinde sosyal devlet harcamaları yüzde 35-40 seviyesini buluyor. Türkiye’de ise eğitim, sosyal yardımlar ve sağlık harcamaları dahil hepsi milli gelirin yüzde 10’u seviyesinde… Milli gelirin yüzde 20’si kadar olan bütçenin kalan yüzde 10’u da, savunma, adalet, asayiş, genel yönetim gibi diğer devlet işlerine harcanıyor.

Sosyal devlet dendiğinde ilk olarak akla dört konu gelir. Eğitim, sağlık, emeklilik sistemi ve sosyal yardımlar…

Gereken reformlarla birlikte, bütçeden milli gelirin yüzde 8’ini eğitime, yüzde 6’sını sağlığa, yüzde 20’sini emeklilik ve sosyal yardımlara yüzde 6’sı teşviklere, kalan yüzde 10’u da; asayiş, savunma, yargı, kamu yönetimi gibi devletin normal işlerine ayrılmalıdır.

EĞİTİM: Tamamen parasız olmalı, taşımalı eğitime son verilmeli, en ücra yerdeki köylerde okul açılmalıdır. Tarikatlara ait üniversiteler kapatılmalı, mal varlıklarına el konulmalı, dünya çapında eğitim veren özel vakıf üniversiteleri desteklenmelidir. Devlet öğrencisine kredi ve borç vermez. Karşılıksız burs verilmeli, tüm öğrenci kredi borçları silinmelidir… Her ilde hesapsız kitapsız açılan, üniversite eğitiminden çok uzak tabela üniversiteleri kapatılmalı, bunların yerine gençleri meslek sahibi yapacak meslek okulları kurulmalıdır.

SAĞLIK: Herkese, koruyucu ve tedavi edici ücretsiz kaliteli sağlık hizmeti sağlanmalı, kimse sosyal güvenlik şemsiyesi dışında kalmamalıdır. Devleti soyan hantal Şehir Hastaneleri sistemine son verilmeli, her ilde vatandaşların kolayca ulaşabileceği devlet hastaneleri ve semt hastaneleri açılmalıdır.

EMEKLİLİK: Emekli maaşları, bir emeklinin mutfak, temel ihtiyaçlar ve kültürel harcamalar dahil, iki kişiyi rahatça geçindireceği seviyeye yükseltilmeli, EYT’lilerin sorunları çözülmelidir.

SOSYAL YARDIMLAR VE VATANDAŞLIK TEMEL GELİRİ: Sosyal yardımlar, iktidarın sadakası gibi dağıtılmamalı, ihtiyaç sahiplerine adil bir şekilde dağıtılmalıdır. Dünyadaki teknolojik gelişmeler ve yapay zeka, robotlar, otomasyon, üretim sürecinde hızla insanoğlunun yerini alıyor. Bu nedenle, sosyal yardım ödemelerinde yeni modeller geliştirilmelidir. Geliri ne olursa olsun tüm vatandaşlara Vatandaşlık Temel Geliri olarak ödenmelidir. Teorik olarak bu çalışmayı yaptık ve hedeflediğimiz vergi reformunu gerçekleştirdiğimizde, tüm vatandaşlara Vatandaşlık Temel Geliri ödemesi yapılmalı, kimse sadakaya muhtaç hale bırakılmamalıdır.

ULUSLARARASI EKONOMİK VE SİYASİ İŞBİRLİKLERİ

Dünyanın yeni ekonomik düzeninde, ağırlığı artan Asya ve Çin ile Avrupa arasındaki ticaret hacminin çok büyüyeceği göz ardı edilmemelidir. Çin’in büyük kara-deniz-demiryolu yatırımlarıyla Avrupa’ya ulaşımı hedefleyen Kuşak Yol projesinde avantajlarımız vardır. Türkiye’nin dört bir yanında istasyonlar, limanlar, havaalanlarıyla, yeni lojistik merkezlerinin kurulması hedeflenmelidir.

Kuşak Yol projesi, Asya’daki Türk Devletleriyle kurulacak siyasi ve ekonomik işbirliklerine katkı sağlayacağı unutulmamalıdır. Bu fırsatların değerlendirilmesi için ihracata yönelik yatırımlarda yabancı sermayeye gereken destekler sağlanmalıdır.

YENİ DÜNYA DÜZENİNDE ÇEVRE VE EKONOMİ

Küresel ısınmanın, insanlığın yüz yüze kaldığı en büyük tehditlerden biri haline geldiği…Doğanın bozulmasının, sel, hava kirliliği, susuzluk, kuraklık, denizlerin yükselmesi sonucu kıtlık ve açlığa yol açacağı…Bu kötü gidişin, yakın gelecekte büyük göç dalgalarına ve umulmayan savaşlara sebep olacağı … Ekilebilir tarım alanlarının, meraların ve temiz su kaynaklarının, gıda güvenliği için çok sıkı korunması gerektiği unutulmamalıdır...

Doğanın korunması amacıyla dünya çapında çıkarılacak yaptırımlar için: Yeni madencilik, enerji ve sanayi politikaları hazırlanmalıdır...

Sağlıklı yaşam ve yeni dünya düzeninde ekonomik zafiyete düşmemek için, kentleşmede Çevre ve Orman Bakanlığı etkin görev yüklenmelidir... Yanan ormanlar asla imara açılmadan ağaçlandırılmalı, orman yangınları ile mücadelede Türk Hava Kurumu tekrar güçlü hale getirilmelidir...

Orman vasfını kaybetmiş alanları orman köylülerinin kooperatiflerine ve özel sektöre verilmeli, mobilya, kâğıt ve endüstriyel ağaç üretimi teşvik edilmelidir...

BİLİM, TEKNOLOJİ, AR-GE

Bilgi, veri ve algoritmalar yönetiminin, yeni dünya düzeninde en etkili güç haline geldiğinin farkında olunmalıdır...

“Yüksek Teknoloji ve Ar-Ge Bakanlığı” kurulmalı ve bu bakanlığa bağlı “Silikon Vadisi” gibi büyük bir teknoloji yerleşkesi oluşturulmalıdır.... Birçok alanda Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi için, üniversiteler ve özel sektörün ilgili bakanlıklar ve DPT ile işbirliği sağlanmalıdır...

Ar-Ge harcamalarının milli gelinden alacağı pay yüzde 1’den yüzde 4’e çıkarılmalıdır...

Tarım kooperatifleri, KOBİ’ler, büyük sanayi ve hizmet sektörü, rekabet gücünün artırılması için, bilgi teknolojilerinden yararlanmalıdırlar...

Türkçe internet içeriğinin nicelik ve nitelik açısından geliştirilmesi ve kolay erişilebilir olması için, internet hızının artırılması sağlanmalıdır... Öğretmen ve öğrencilerin, internete ücretsiz erişimi sağlanmalıdır...

Değerli bilim insanlarımızın, baskı altına alınan üniversitelerden kaçıp farklı özgür ülkelerde büyük başarılar kazandıkları unutulmamalıdır... Nobel ödülü alan, NASA ve Cern gibi birçok ünlü kurumda başarıyla çalışan Türk bilim insanları bir araya getirilmelidir... Bu amaçla gönüllü çalışılacak bir “Türk Bilim İnsanları Dünya Konseyi” kurulmalı, politik yanlışların yarattığı ciddi beyin göçü durdurulmalıdır...

ULUSAL TARIM VE HAYVANCILIK

Tarım, Türkiye için en önemli stratejik sektördür. Güvenli tarım ve sağlıklı gıda, temel ilkemiz olmalıdır...Tarım kesimindeki çiftçilerimizin haciz, borç, kredi, katlanan faiz ve finans yangını öncelikle söndürülmelidir...

Çiftçilerimizin Tarım Kredi Kooperatifleri ve bankalara olan borçları silinmeli, doğacak görev zararlarını Hazine üstlenmelidir... Çiftçilerimize verilecek mazotta ÖTV sıfırlanmalıdır. Tohum, gübre, yem ve damızlık hayvan destekleri verilmelidir.,

Bilimsel yöntemle ülkemizin tarım ve hayvancılık haritası çıkarılmalı, bu haritaya göre en verimli olacak yatırımlar hedeflenmelidir... Bu haritaya göre su tasarrufu gözetilerek, tarımsal üretim alanlarıyla büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık için meraları tespit edilmelidir...

DPT, Tarım Bakanlığı ve Kooperatiflerin işbirliğiyle üretim planlaması yapılmalı ve teşvikler bu plana göre dağıtılmalıdır... Bu planlamaya uygun üretim yapan çiftçinin ürünlerine devletin satın alma garantisi getirilmelidir...

Tarım alanları, meralar ve su kaynakları çok ciddi biçimde korunmalı, madencilik, enerji, inşaat, turizm sektörlerine asla izin verilmemelidir... Tarım, mera, orman ve su kaynakları alanlarında, önceden verilen madencilik, enerji ve benzeri faaliyetlerin ruhsatları iptal edilmelidir.

Yeni sulama kanalları yatırımlarıyla GAP canlandırılmalı, boşa akan milyarlarca metreküp akarsu, kanallarla taşınmalı ve tarımda büyük bir “Orta Anadolu Projesi” hayata geçirilmelidir...

Köylerden başlayıp il ve bölge düzeyine kadar, devletin altın hisse ile temsil edileceği tarım kooperatifleri kurulmalıdır.

Kooperatifler, yerel yönetimler ve DPT’nin yönlendirmesiyle, bölgesel kalkınma amaçlı tarıma dayalı sanayileşme politikaları uygulanmalıdır... Çiftçilerimizin yem fabrikaları, gübre fabrikaları, tarıma dayalı sanayi tesisleri ve soğuk hava zincirlerine ortak olmaları sağlanmalıdır..

Özelleştirilen Şeker Fabrikaları, Süt Endüstrisi Kurumu, Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayi incelenmeli, yeniden açılmalıdır...

Üreticilerin ve kooperatiflerin her an yanında olması için, her köyde en az bir ziraat mühendisi ve bir veteriner istihdam edilmelidir... Köy Enstitüleri çağın koşullarına göre yeniden yapılandırılmalı, her köyde Yüksek Köy Enstitülü öğretmenler görev almalıdır.

TRT’nin bir kanalı sadece tarımsal üretim ve verimlilik artışına yönelik, eğitici ve eğlendirici bilimsel programlar için ayrılmalıdır...

Her ilde kooperatif, yerel yönetim, üniversite ve Bakanlık katılımıyla, Atatürk Orman Çiftliği gibi Ar-Ge üretim çiftlikleri kurulmalıdır...

Yerli tohumlara ve ülkemiz iklimine uygun besi ve süt hayvancılığı ırkı ıslah çalışmalarına ağırlık verilmelidir...

Her küçükbaş ve büyükbaş hayvan, köydeki veterinerlere kayıt ettirilmeli, aşı ve bakımlarının ücretsiz olarak yapılıp izlenmesi sağlanmalıdır...

Bu uygulamanın buzağı, kuzu ve oğlak ölümlerini önleyeceği, halkımızı daha ucuz hayvansal proteine ulaştıracağı unutulmamalıdır...

Tansiyon ve şeker hastalığını yaygınlaştırıp ulusal güvenliğimizi tehdit eden, ithal hibrit tohum ve mısır şurubu kullanımına son verilmelidir...

Yem, gübre ve tarım ürünleri ithalatıyla, Amerikalı ve Avrupalı çiftçilerin desteklenmesi son bulmalı, yem bitkileri üretimi ve yem fabrikalarının kurulması teşvik edilmelidir...

Ziraat Bankası’nın asli görevine dönmesi, tarım ve tarıma dayalı sanayiler için finansman kaynağı olması sağlanmalıdır...

Tarımsal girdi maliyetlerinde beklenmeyen artışlarla oluşan fark, AB ülkelerindeki gibi devlet desteğiyle karşılanmalıdır...

Her ürün için, üretim maliyeti, enflasyon, ekonomik büyüme refah payı ve çiftçiye kar payı bırakılarak, taban fiyat belirlenmelidir...

Hazinenin tarım arazileri, topraksız çiftçilere, kentten köye dönenlere ve projesi olan gençlere, bedelsiz olarak kiralanmalıdır...

ENERJİ VE MADENLER

Madenler, doğal kaynaklar ve enerjinin, tarih boyunca savaşların en önemli nedenlerinden biri olduğu, genel ekonomi, dış politika ve savunma stratejilerinin ayrılmaz bir parçası olduğu unutulmamalıdır...

Madencilik sektöründe, doğanın hoyratça tahribatının kabul edilemez boyutlara geldiğinin farkına varılmalıdır... Gelişmiş ülkelerde uygulanan çevreye hassas teknolojiler kullanılmalıdır.

İktidarın rant amacıyla, gelişigüzel dağıttığı maden ruhsatlarının tümü incelenmeli, gerekenler iptal edilmelidir...

Doğayı daha fazla tahrip etmeye hakkımız yok. Altın madenleri ruhsatları iptal edilmeli ve altınla ilgili kararlar, gelecek nesillere bırakılmalıdır...

Bor, uranyum, toryum, berilyum, krom gibi stratejik önemdeki madenler devlet tarafından aranıp ve işletilmelidir...

Maden Kanunu ve Uygulamaları ile ilgili yönetmelikler yeniden ele alınmalı ve yerli madencilere kolaylıklar getirilmelidir...

Atatürk’ün çıkarttığı Maden Kanunu felsefesi benimsenmelidir. MTA doğal kaynaklarımızı arayıp bulur ve Etibank’a devreder. Metal madenlerin işletme yetkisinin Etibank’ta olduğu sisteme dönülmelidir... Yabancı sermaye ile işbirliği, maden çıkartmada değil, çıkartılan madenlerin işlenmesi aşamasında değerlendirilmelidir...

Yenilenebilir enerjinin üretimi ve depolanması ile stratejik madenlerin ürüne dönüşebilmesi için Ar-Ge çalışmalarına öncelik verilmelidir...

Değerli stratejik madenlerin ihracatı durdurulmalı, devletin çıkardığı ham maddelerin, yurt içinde ürüne dönüşmesi ETİBANK görevi olmalıdır...

ETİ Maden, TPAO, BOTAŞ, gibi hayati kuruluşlarımız, Varlık Fonu listesinden çıkartılmalı, bağımsız özerk kurumlar olarak yönetilmelidir...

Enerji devrimi yaratıp ülkemizi zenginleştirecek olan, bir metreküpü 164 metreküp doğalgaza eşit “Gaz Hidrat” rezervlerimiz araştırılmalıdır...

Termik santrallerde Dünya Sağlık Örgütü ve Avrupa Birliği kriterlerini sağlayacak bütün koruyucu tedbirler alınmalı ve belirli bir takvim dahilinde kömür kaynaklarının kullanımından vazgeçilmelidir. Elektrik ve doğalgaz dağıtımında, tüketici vatandaşlar aleyhine yapılan ücretlendirmelere son verilmelidir... Güneş santralleri kurulmalı, köylerin ve konut sitelerinin elektrik ihtiyacı buradan karşılanmalıdır...

ULAŞTIRMA, LOJİSTİK, ALTYAPI VE HABERLEŞME

Mevcut siyasi iktidarın Montrö Antlaşması’na aykırı Kanal İstanbul projesi kesinlikle iptal edilmelidir...

Ekolojik dengenin bozulması, denizlerimize zarar vermesi, nüfus artışı sorunu olan İstanbul’un içinden çıkılmaz hale gelmesi engellenmelidir...

LNG ve LPG tankerlerinin geçiş kontrolü amacıyla dolum, boşaltım, depolama ve pompa istasyonları kurulmalıdır...

İhracata yönelik çalışan KOBİ’lerin mallarını İstanbul, İzmir, Mersin gibi liman kentlerinde oluşturacak lojistik merkezlere, düşük maliyetlerle ulaşması sağlanmalıdır...

İlgili meslek kuruluşlarına destek sağlanmalı, Slovenya-İtalya-Güney Fransa gibi ülkelerden limanlar satın alınması teşvik edilmelidir... Avrupa’da satın alınacak liman ya da limanlar üzerinden, AB içerisinde dağıtım ağı kuracak lojistik şirketleri teşvik edilmelidir... Böylece tüm KOBİ’lerin ürünleri Avrupa’nın her tarafına servis edilmeli, KOBİ’lerin rekabet ve pazarlama gücü artırılmalıdır...

Atatürk Havalimanında bulunan pistler onarılmalı ve bu havalimanımızı yeniden hizmete alınmalıdır...

Sivil ve askeri havacılık olanakları birleştirilmeli, komşu ve bölge ülkeleriyle işbirliği yapılarak “bölgesel uçak” üretimine başlanmalıdır...

Canlı bir turizm için hava taşımacılığımızda charter (tarifesiz) ve düşük ücretli taşımacılığı teşvik edilmelidir...

Yerel kalkınma ve iç turizm hamlesi için, sivil havacılık alanında yerel girişimlere destek verilmelidir...

Milli demiryolu stratejimiz belirlenmeli ve hızlı demiryolu ulaşımı ülkenin her köşesine yaygınlaştırılmalıdır.

Ticari taşımacılıkta demiryolu yatırımlarına öncelik verilmeli, Türk nakliyecilerinin ve TIR’ların AB’de serbest dolaşımının sağlanması için gereken her türlü girişim yapılmalıdır...

DENİZCİLİK VE BALIKÇILIK BAKANLIĞI

Denizciliği ilgilendiren ulaştırma, tersanecilik, balıkçılık, enerji arama, yat ve cruise turizmi, çevre koruma, su sporları gibi faaliyetler Denizcilik Bakanlığı bünyesinde toplanmalıdır...

Liman işletmecileri, DPT ve üniversiteler ile işbirliği sağlanmalı, Akdeniz Havzasında çağa uygun liman işletmeciliği hayata geçirilmelidir...

Limanların ve lojistik merkezlerin kapasitesi artırılmalı, Türkiye’nin her bölgesini, dış ticarete entegre etmek için demiryolları ve karayollarının liman bağlantıları verimli hale getirilmelidir...

Deniz Ticaret Filomuzun gelişmesi ve Türk bayraklı gemilerin dünya taşımacılığında daha çok yer alması için gerekli teşvikler sağlanmalıdır...

Mevcut tersanelerin daha etkin, rasyonel ve büyük kapasiteli tersaneler haline dönüştürülmesini sağlanmalıdır... Türkiye’nin hedefi, gemi inşa, bakım ve onarımında dünyanın ilk 5 ülkesi arasına girebilmek olmalıdır...

Balıkçılıktaki avlanma ve av yasağı konularında, çıkar gruplarının dar menfaatlerinin etkisi kaldırılmalıdır... Avlanma esasları ve yasakları, bilimin gereklerine göre ve Avrupa Birliği kriterlerine uygun olarak yeniden düzenlenmelidir...

Zor deniz şartlarında çalışan balıkçılar ve gemi adamları için özel vergi indirimleri uygulanmalıdır... Uzun süreli av yasağı dönemlerinde, kayıtlı tüm balıkçılara, soğuk zincir işletmecileri ve çalışanlarına, Hazine yardımı sağlanmalıdır...

Göller ve nehirlerde balıkçılık geliştirilmeli, kapalı koylar dışındaki açık denize bakan kıyılarda çiftlik balıkçılığı teşvik edilmelidir... Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği yaparak büyük balıkçı gemilerinin okyanuslarda açık deniz balıkçılığı yapabilmeleri sağlanmalıdır...

TURİZM VE TANITMA

Turizmin Türkiye’mize kazandırdığı döviz ile ekonomimizin lokomotif sektörlerinden biri olduğu unutulmamalıdır...

Türkiye’yi gelen turist sayısının arttırılması ve turizm gelirleri açısından dünyanın ilk 5 ülkesi arasına girmesi için projeler yapılmalıdır...

Katılımcı yönetim anlayışıyla, turizm özel sektör paydaşlarını tek çatı altında toplayacak Türkiye Turizm Odaları Birliği kurumsallaşmalıdır...

Devlet Planlama Teşkilatı, bakanlıklar, belediyeler, sektör kuruluşları ve üniversite temsilcilerinden bir Turizm İstişare Kurulu oluşturulmalıdır...

Kültür ve Turizm Bakanlığı önderliğinde Turizm Master Planı yapılmalı, Türkiye Tanıtım Ajansı etkin biçimde devrede olmalıdır...

İletişim teknolojilerinin değişmesiyle, internet platformları öne çıkıyor. Tanıtım ve pazarlamayı üstlenecek yazılım programları yapılmalıdır...

Kitle turizmine yönelik büyük tesislerin, uzun sezona sahip Antalya ve Mersin bölgesinde toplamasına özen gösterilmelidir...

Üst gelir grubuna yönelik politikalar geliştirilirken, mevcut turizm potansiyelini küstürüp kaçırmayacak uygulamalar sürmelidir…

Sezonun kısa olduğu bölgelere, üst gelir grupları için butik oteller, gastronomi ve kültür turizmi yatırımları yapılmalıdır...

Turizmde en üst seviyede gelir bırakan yat turizminin önündeki engeller, Çevre ve Orman Bakanlığı ile birlikte kaldırılmalıdır...Doğal güzelliklere sahip el değmemiş koyların, yandaş müteahhitlerin turistik otel yapıyoruz diye betonla yağmalaması durdurulmalıdır... Yat turizmi önündeki en büyük tehdit betonlaşma ve çevre kirliliğidir. Yat turizminin bakir koylara ve doğaya ihtiyacı olduğu bilinmelidir...

Türkiye marinalarında kışlayan bir yatın sadece turizmde değil, birçok sektörde istihdam yarattığının farkında olunmalıdır... Küçük yelkenlilerden mega yatlara kadar tüm teknelerin bakım ve onarım işleri için, marina ve çekek yeri yatırımları teşvik edilmelidir...

Amatör denizcilik teşvik edilmeli, balıkçı barınakları gibi uygun fiyatlı özel küçük tekne bağlama barınakları kurulmalıdır... Yelken kulüplerinin, ulusal ve uluslararası yarışlar organize edebilmesi için özel teşvikler verilmelidir...

Zengin gastronomi kültürüne sahip ülkemizin mutfak birikimini, dünyaya tanıtacak projeler geliştirilmelidir...Türkiye’nin dört bir yanında, hem iç hem dış piyasaya yönelik olarak Gastronomi Turizmi hamlesi başlatılmalıdır... Türkiye gastronomisinin ünlü ve etkili “Michelin Yıldızı” kapsamına alınması sağlanmalıdır...

Birçok medeniyetin doğum yeri olan arkeolojik zenginliklerimiz ve antik kentlerimizin, bölgesel kalkınma projelerine ışık tutmalıdır...

Medeniyetler üzerinden modernleşme ve kentleşmenin, turizmde en üst seviyede yarar getirmesi için gereken her destek verilmelidir...

Golf turizmi de yüksek gelir getiren bir alandır. Çevre ve su kaynakları tahribatına neden olmayan Golf sahası yatırımları desteklenmelidir...

Termal ve Sağlık Turizmi için, Sağlık Bakanlığı önderliğinde, yerli ve yabancı sendikalar ve emeklilik sigortaları ile işbirliği yapılmalıdır...

İyileştirilmiş emekli maaşı politikaları ile yaşlılarımız için gastronomi ve kültür turizmi girişimleri desteklenmelidir...

Turizmin nitelikli iş gücü ihtiyacı için Milli Eğitim Bakanlığı işbirliğiyle farklı dilleri iyi konuşturan mesleki eğitim programları uygulanmalıdır...

ESNAF SANATKAR VE KOBİLER

Ekonomimizin kılcal damarları olan esnaf, sanatkar ve KOBİ’ler için çok acil destek planı devreye girmelidir...

Salgın nedeniyle ödenemeyen fatura borçları için, Hazinemiz özel olarak Esnaf-Sanatkar-KOBİ tahvilleri çıkarmalıdır...

Sigorta ve prim borçları faizsiz olarak 5 yıla yayılmalı, can suyu olarak orta ve uzun vadeli nakit desteği sağlanmalıdır... Krizden çıkıncaya kadar, esnaf çalışanlarının yarı ücretlerini devlet ödemeli, alacaklıları mağdur etmeden Hazine Garantisiyle haciz baskısı bitirilmelidir...

Bu destekler karşılığında en az 5 yıl vadeli ve mümkün olan en düşük faizli Hazine borcuyla, desteğin enflasyonist etkisi en aza indirilmelidir... Bu teşvik ve yardımlardan, kayıt içinde olan bütün esnaf, sanatkar ve KOBİ’ler faydalanmalıdır...

Esnafa sağlanacak bu desteklerin, geri dönmeyen krediler nedeniyle bankacılık sektöründe olası bir devasa krizi de önleyeceği unutulmamalıdır.

Esnaf, sanatkâr ve KOBİ’lerin vergi oranları 5 ile 10 puan arasında düşürülmeli, vergi ve harç ödemelerindeki bürokrasi azaltılmalıdır...

Bütün olanakları ile Halkbank, yeniden esnaf, sanatkâr ve KOBİ’ler için ihtisas bankası olmalıdır... Türkiye’nin dört bir yanındaki KOBİ’lerin büyümelerini sağlayacak ve yeni KOBİ yatırımlarına imkan verecek teşvikler başlatılmalıdır...

Esnaf ve sanatkârımızın bilgi teknolojilerine ayak uydurabilmeleri için, Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversiteler meslek içi eğitim başlatmalıdır...

Tarım kooperatifi ve yerel yönetimlerin, market açmak yerine, mahalle bakkalları ve manavların tedarikçisi olmaları sağlanmalıdır...

Küçük esnafımız büyük marketlere ezdirilmemeli, zincir marketlerin satın aldığı ürünlerin halden geçmesi sağlanmalıdır... Böylece haldeki arz miktarı artırılmalı, tarım ürünlerinin fiyatlarındaki spekülatif yükselişler önlenmelidir...

İnternetten alışveriş yayılıyor, esnafımızın internet satış platformlarında masrafsız yer alabilmeleri için yazılım desteği verilmelidir...

Turizm bölgelerinde “her şey dahil” sisteminden vazgeçilmeli, esnafın iç ve dış turizmden pay almasının önünü açılmalıdır...

Bağ Kur emeklilerimizin süre gelen mağduriyetleri giderilmelidir...

ÇALIŞMA HAYATI

Ülkemizde 20 iş kolundaki beş konfederasyon çatısı altında, bir kısmı da bağımsız olarak toplam 190 sendika faaliyet gösteriyor... Aynı iş kolunda ortaya çıkan birçok sendika, güçlü olanların böl - yönet taktiğinin kurbanı olarak emeğin hakkını yeterince savunamıyor...

Sendikaların bölünmüşlüğüyle birlikte işveren baskısı sonucu emekçilerin sendikalılaşma oranı yüzde 13 gibi çok düşük seviyede kalıyor... Sendikasız emekçi kalmaması için işçi ve işveren sendikalarıyla görüşülerek gerekli yasal düzenlemeler hayata geçirilmelidir...

İşçi memur ayrımı yapılmadan, tüm çalışanlar ve konfederasyonların tek çatı altında birleşmesi teşvik edilmeli ve farklı konfederasyonların bu konuda anlaşmaları için zemin sağlanmalıdır.

İş kolu sayısı üretim sürecindeki ihtisaslaşmaya paralel olarak 20’den yukarıya çıkartılmalıdır... Her iş kolunda tek sendikal örgütlenmenin gerçekleşmesi teşvik edilmelidir. İş Kanunu yeniden yazılmalı, her iş kolu için ihtiyaç duyulan özel düzenlemeler sağlanmalıdır...

Yüksek Hakem Kurulu kalkmalı, Toplu İş Sözleşmesi anlaşmazlıklarının çözümü için Ekonomik Sosyal Konsey görevlendirilmelidir...Bir işçinin işten çıkarılması halinde, sendikalar kovulmasının nedenini işverenle görüşebilmelidir... Atılmada işçinin eksikliği varsa, eksik olunan konularda sendika gerekli eğitimi vermekle mükellef olmalıdır... Bir işyeri yeni eleman alacağını sendikaya bildirmeli, gerekli vasıflarda sendika üyesi işsizler varsa, işe girmede onların önceliği olmalıdır...

Türkiye’deki ücret seviyesi Avrupa’da Arnavutluk’tan sonra en düşük seviyededir. Ücret politikamız bu utançtan kurtulmalıdır... Asgari ücretin yükselmesi ekonominin rekabet gücünü olumsuz etkilemez, gelir dağılımını dengelerken, iç talebi canlandırır...