5
Aralık 2021’de NURZEN AMURAN İLE YAPTIĞIM SÖYLEŞİ…
TÜRKİYE
BUNU ÖDEMEK ZORUNDA KALACAK
Nurzen
Amuran – Toplumda güven duygusu giderek azalıyor. yoksullaştık, alım gücü
azaldı. Yarınlara yönelik endişelerimiz giderek artıyor. İktidar kendine özgü,
evrensel kurallara uymayan bir programla ekonomiyi kurtarmayı vadediyor. Biz de
yaptığımız söyleşilerle, hiçbir bilimsel açıklaması olmayan bu ekonomi programı
için muhalefet partilerinin görüşlerini alıyor, önerdikleri çözüm yollarını
okurlarımıza aktarmaya çalışıyoruz. Bugünkü konuğumuz 15 ay önce kurulan Doğru
Parti’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Meriç Köyatası.
Sayın
Köyatası, ekonomi sizin uzmanlık alanınız. Gazetecilikten sonra siyasete
atıldınız ve ekonomideki önerilerinizi siyaset ortamında seslendirmeye devam
ediyorsunuz. “Faiz sebeptir enflasyon neticedir” söylemiyle yola çıkan TCMB
Para Politikaları Kurulu’nun son faiz indirimlerinin bizim öngöremediğimiz
gizli bir amacı mı vardı, yoksa sadece “ideolojik” bir anlayış mı bu kararları
aldırdı?
Meriç
Köyatası - Ekonomi biliminde “faiz
sebeptir, enflasyon sonuç” diye bir kuram olmadığı defalarca tekrarlanmış
olmasına rağmen Cumhurbaşkanı bunu ısrarla savunuyor ve faizleri
düşürüyor.
Cumhurbaşkanın
faiz indirimi konusunda ideolojik davranmaktan ziyade, kendi hedeflerini ön
plana aldığını düşünüyorum. Bunu faizleri düşürmeye başladıklarında dile
getirmiştik. Dünya faizleri yükseltmeye hazırlanırken, bizde enflasyon yukarı
doğru tırmanırken faizleri düşürmek, döviz kurunda olması gerekenden çok daha
fazla tırmanışlara neden olur. İktidar bunu elbette biliyor. BOTAŞ Elektrik
İletim, ASELSAN, yanan orman arazileri gibi Türkiye’nin kalan varlıklarının
değeri azalıyor. Kur arttıkça dış borcu olan Türk özel şirketlerinin değeri
azalıyor. Biz bu gelişmeleri, Türkiye’nin varlıklarının, Katar, BAE ya da
yandaş ve paydaş sermayeye çok hızlı bir şekilde düşük fiyattan satılması
operasyonu olarak değerlendiriyoruz. Çünkü döviz bitti ve ülkeyi yönetmek için
acil dövize ihtiyaç var.
Amuran
- 128 Milyar Dolar satılmamış olsaydı, birilerinin daha da zengin olması
sağlanmasaydı, bugünleri yaşar mıydık?
Köyatası
- Evet yaşardık. Ama elimiz
biraz daha kuvvetli olurdu. Elimiz kuvvetli olurdu derken, iskambil oyunu gibi
düşünürsek, elimizde as, papaz gibi güçlü kağıtlar olmazdı ama şimdiki gibi
sinek üçlüsü yerine karo altılısı olurdu. Merkez Bankası Rezervleri o zaman 40
milyar dolar artı idi. Şimdi 36 milyar dolar eksi… Türk ekonomisi hastalıklı
bir yapıya sahip. Özellikle 2003 yılından itibaren bu hükümetin uyguladığı
politikalar sonucunda, Türkiye 2008 yılı sonlarına kadar sıcak para cenneti
oldu. İdeolojik olarak faize karşı olduğu söylenen bu hükümet, o dönemde,
dünyanın en yüksek reel faizini vererek Türkiye’yi sıcak paraya boğdu. Döviz,
olması gereken seviyenin çok altında kaldı. (O dönem dünyada en fazla reel
faizi yüzde 15 ile Türkiye veriyordu. Arkasından yüzde 5 ile Brezilya ve
Arjantin geliyordu. Gelişmiş ülkelerde yüzde 2 seviyesinde idi.) Döviz kuru
düşük olduğundan ithal tarım ürünleri fiyatları, imalat sanayiinde ithal ara
girdi fiyatları, yerli üretimden çok daha ucuza geliyordu. Tarım üreticileri
üretimden vazgeçti, imalat sanayi üretimden vazgeçti. İhracatçılar, sanayiciler
ithalatçı ve inşaatçı oldu. Türk Lirası faizi yüksek, döviz kuru düşüktü. Böyle
olunca sanayici de daha ucuz diye dış borca yüklendi. Türkiye’nin dış borcu 139
milyar dolardan 450 milyar dolara çıktı. Hükümet de yurt dışından gelen
kaynakları maliyetlerin çok üstünde harcamalarla inşaata gömdü. Ucuz döviz kuru
nedeniyle tarım ve sanayi çöktükten sonra, 2008 krizi sonrası sıcak para gitti.
Kur yükseldi. Bu kez de tamamen ithalata bağımlı hale gelen tarım ve sanayi
sektörü yüksek kur nedeniyle rekabet gücünü kaybetti. Türk şirketleri sıcak
para döneminde fuhuşa teşvik edilir gibi dış borca teşvik edildi. Sıcak para
gittikten sonra, artan kur nedeniyle, dış borç maliyetleri şişti, ihraç
fiyatları uygun hale geldi, işçi ücretleri düştü ama dış borç maliyeti öylesine
şişti ki, ülkemiz rekabet gücünü toparlayamadı. Türk ekonomisi 2001 ekonomik
krizinden sonra özellikle AKP iktidarı tarafından neo liberal vahşi dünya
ticaretinde borç batağına saplandı. İhracat yapmak için bile, daha çok ithalat
yapmak zorunda kaldı. Düşünsenize, 2013 yılından itibaren ekonomi büyüdükçe,
fakirleşiyoruz, ekonomi büyüdükçe dış borcumuz artıyor. Ekonomi büyüdükçe
dışarıya ödediğimiz dış borç faizi artıyor. Ekonomi büyüdükçe dolar bazında
ölçtüğümüz ekonomi küçülüyor. Tam bir fakirlik sarmalına girdik. Ekonomiyi
uyuşturucu bağımlısı gibi dış borç batağına sokan politikalar, insanların
“Çalıyorlar ama çalışıyorlar” dediği AKP’nin ilk yıllarıdır. Bu politikanın baş
sorumlusu elbette iktidarın başbakanıdır ama mimarı da şimdi ekonomide
kurtarıcı gibi dolaşan Ali Babacan’dır. Bu politikalar sonucunda Türkiye’de
orta sınıf yok oldu. Dar gelirliden üst gelir grubuna servet transferi yapıldı.
Genel olarak da Türkiye’den yurt dışına servet transferi oldu. Hem tefeci faizi
ile servetimiz gitti hem de ithalatla servetimiz azaldı, insanımız işsiz
kaldı.
Amuran
- Asıl tehlike, 2022 yılında Amerika’nın faiz artırımıyla gelecek deniliyor.
“Türkiye daha halen kötüyü görmedi” diyenler var. Büyük krizin 2022 yılında yaşanacağı
öne sürülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Köyatası
- Ekonomiye günübirlik bakan
finans piyasası iktisatçıları dışında derinlikli bakan iktisatçılar, işlerin
daha da kötü gideceğini söylüyor. Biz bu konuyu aylar öncesinden sevgili Uğur
Dündar aracılığı ile Sözcü Gazetesi’nde ve Yeniçağ Gazetesi internet sitesinde
açıklamıştık. Türkiye döviz ve enflasyon sarmalına girdi. Türkiye’de enflasyon
zaten yapışkan hale gelmişti. Şimdi daha da yapışacak ve daha da artacak.
Devletin açıkladığı enflasyon yüzde 21, bilim insanlarının (ENA Grup)
açıkladığı yüzde 58. Devletin açıkladığı üretici fiyatları yüzde 54 artmış. Şu
andan itibaren hiçbir olumsuz faktör olmasa bile, bu üretici enflasyonu,
önümüzdeki dönem tüketici enflasyonuna yansıyacak ve enflasyon uzun süre artmaya
devam edecek. Bu bir…
Kurdaki
artışların, ona bağlı olarak enerji fiyatlarındaki artışların enflasyona etkisi
iki ile üç ay içinde ortaya çıkıyor. Türk Lirasındaki yüzde 10’luk değer kaybı,
yaklaşık olarak enflasyona 3 puan yansıyor. Son bir ay içinde kurda ve enerji
fiyatlarında yaşadığımız büyük artışlar iki ay sonrasında enflasyonu daha da
yukarı taşıyacak. Bu iki…
ABD ve
Avrupa merkez bankaları pandemi nedeniyle para bastı. Enflasyon fırladı. Şimdi
faizleri yükseltecekler. Dolar daha da artacak. Kur yine artacak… Bu üç…
Zaten
dünyada eksi faiz varken yüzde 6.5 gibi tefeci faizi ile borçlanan Türk
Hazinesi ve Türk şirketleri, dünyada faizler artınca, dış dünyadan daha yüksek
faizle borçlanmak zorunda kalacak, fiyatlar ve enflasyon artacak. Bu da dört…
Özetle
2022 çok zor olacak.
Amuran
– 2001 ve öncesinde yaşanan krizlerle bugünkü kriz arasında size göre en büyük
fark nedir?
Köyatası
- Bugün yaşadığımız kriz ile
eski krizleri karşılaştırırsak… Bir önceki sorunun yanıtında yer alan ekonomik
yapının bozulması, ekonominin, devleti ile özel sektörü ile uyuşturucu
bağımlısı gibi borç batağına saplanması bugün yaşadığımız krizleri, diğer
krizlerden ayıran en önemli farkların başında geliyor. Diğer taraftan ekonomik
krizler sadece ekonomi değil, yönetim krizi ile de ilişkilidir. Önceki
dönemlerde, Türk ekonomisi yönetilemez hale geldiğinde hükümet istifa eder,
meclis kendi içinden öyle veya böyle yeni bir hükümet çıkarırdı. Tek adamlı,
sözde parlamentolu Cumhurbaşkanlığı Sisteminde böyle bir çare arayışına olanak
yok. Eski krizlerde Türkiye’de öyle veya böyle tarım üretimi vardı ve kentlerde
yaşayanlara, kırsal kesimdeki yakınlarından gıda maddesi yardımı gelirdi. Şimdi
tarım da yok. Yine diğer taraftan bizim eski dönemlerde yaşadığımız krizlerde
cari açığımız 2 milyar dolar ile 6 milyar dolar arasında değişiyordu. Şimdi bu
dış borçkolik yapıda 16 milyar dolar ile 40 milyar dolar arasında değişiyor.
Merkez Bankası Döviz rezervleri eksi değildi. Şimdi eksi. Ve elbette o zaman
verilen bütçe açıkları sağlam bir kemer sıkma politikası ile azaltılabiliyordu.
Şimdi israftan vazgeçmeye niyetli olmayan bir yönetim var. Ve daha da fenası,
ne kadar olduğunu tam olarak bilemediğimiz ama en az 157 milyar dolar olduğu
söylenen Hazine garantili borçların bütçe üzerinde 25 yıl kadar sürecek bir
baskısı var.
Amuran
- Bankaların verdiği büyük krediler var. Çoğu da riskli krediler. Bildiğiniz
gibi risk yaratan kredilerde bankalar karşılık ayırmak zorunda. Önümüzde
günlerde bankalarda da bir kriz yaşanabilir mi? Çünkü dönmeyen banka
kredilerinde büyüme artıyor.
Köyatası
- Felaket tellallığı yapmak
istemiyorum ama maalesef böyle bir risk var. Eski dönem krizleri ile bugün
yaşadığımız arasında da en büyük fark maalesef bu olabilir. Eski dönemlerde
bankalar mali krize giriyordu. Bankalar krize girince, şirketlere dönüp
açtıkları kredileri geri çağırıyorlardı. Buna tedbir almak kolaydı. Bir şekilde
içeriden dışarıdan fon bulursunuz, uzun vadeli hazine tahvili çıkarır bankalara
verirsiniz işi çözersiniz. Ama bugünkü durumda, açılan krediler geri dönmez
ise; bu kez önce reel sektörde iflaslar başlar, arkasından bankaları sürükler.
Şu ana kadar büyük şirketlerin karlılığında bir sorun yok. İyi ki yok. Ama
kurdaki son artışlar büyük şirketleri ne kadar vuracak bilemiyorum. Orta ve
küçük ölçekli işletmelerdeki bu sorunun fazla büyümeden çözülmesini temenni
ediyorum. Bu senaryoyu düşünmek bile istemiyorum.
Amuran
- Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan Türkiye’ye geldi ve
iki ülke arasında çeşitli alanlarda kapsamlı bir anlaşma imzalandı. Ayrıntıları
açıklanmadığı için tahminler ve eleştiriler var. 10 Milyar dolarlık bir fon
getiriliyor Varlık fonuna. Varlık Fonu’nun dolar cinsinden değeri 34,5 milyar
dolardı. Bugün Varlık Fonu’ndaki varlıklarımızın değeri 23,5 milyar dolara
düştü. Resmi bir açıklama yapılmadı ama satın alınacaklar arasında ağırlıklı
olarak savunma sanayi için üretim yapan şirketlerin de olduğu söyleniyor.
Sözgelimi Türkiye’nin varlıklarını hangi değerden alacakları da bilinmiyor. Bu
gelişmeleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Köyatası
- Maalesef döviz fiyatını
yükseltip Türkiye’nin varlıklarını çok ucuza nakde çevirme telaşı var. Merkez
Bankasının kasasında, Hazine’de para kalmadı. Ve iktidar, döviz olmadan
Türkiye’yi yönetemiyor. Ne olursa olsun, nereden olursa olsun bir şekilde döviz
gelsin, günü kurtaralım telaşındalar. Hiçbir iş yapmadan aile büyüklerinden
kalan malları, halıları, evdeki mobilyaları satan mirasyediler gibi…
Ama daha
büyük sorun şu… Türkiye’nin varlıkları bir taraftan Katar Fonuna, diğer taraftan
da BAE Fonlarına satılıyor. Herkes biliyor ki, Katar Yatırım Fonları İngiltere
ve İngiliz dış politikasından bağımsız düşünülemez. BAE fonları da ABD’den ve
ABD dış politikasından bağımsız düşünülemez. Lozan’da İngiltere’nin tüm
baskılarına ve isteklerine direnen ve kendi tezlerini kabul ettiren İsmet
İnönü’yü, İngiliz Delegasyonu Başkanı Lord Curzon’un nasıl tehdit ettiğini
hatırlayınız:
“Harap
bir memleket alıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz? Para bir bunda var
(eliyle ABD delegesini göstererek) bir de bende… Geleceksiniz, para
isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz. O zaman burada reddettiklerinizin hepsini
cebimden çıkarıp göstereceğim...”
Köyatası
- Maalesef mevcut iktidar,
Türkiye’yi bu duruma düşürdü. Osmanlı da, yönetemediği dış borçlar nedeniyle,
dış borçları çevirmek için devlet imtiyazlarını Duyun-u Umumiye’ye devrettiği
için dağılmıştı… Esasında sorun beka sorunu haline geldi.
Amuran
- Kamu-Özel İşbirliği yoluyla, ulaştırma ve sağlık sektöründe dolar üzerinden
garantili ihale alanlar bugün servetlerine servet kattılar. Köprülerden hava
alanlarından otoyollardan, şehir hastanelerinden para kazandılar. Bir iktidar
değişiminde bu sorun nasıl çözülecek? İktidar diyor ki “Devletin devamı
esastır.”
Köyatası
- Biz henüz 15 aylık partiyiz.
Bu konuyu kararlı bir şekilde sanırım ilk biz dile getirdik. 25 Mart 2021
tarihinde yine Sözcü Gazetesi’nde Uğur Dündar’ın köşesinde bir çağırıda
bulunduk. “Katar’la imzalanan su yolları yönetim
anlaşması ve Kanal İstanbul dahil, tüm muhalefet partileri olarak, Türkiye’nin
bekasını tehdit eden hazine garantilerini tanımayacağımızı dünya finans
piyasalarına açıklayalım” dedik. Bizim bu çağrımızdan üç
dört ay sonra Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, aynı yönde bir açıklama yaptı.
Cumhurbaşkanı da “söke söke alırlar” diye karşılık verdi. Biz, zaten öneri
sahibi olarak tüm bu anlaşmaları yok sayacağımızı ilan ettik. Devlette
devamlılık esastır ama burada öyle olmadığı herkes tarafından biliniyor. Bir
birimlik yatırım maliyetlerinin 3 kat ile 10 kat arasında yaptırıldığı ortada.
Uluslararası Hukukta, “İğrenç Sözleşme” diye bunun bir karşılığı da var. Burada
konunun iki ayağı var. Biri, Hazine’nin yabancılara verdiği finansman
garantisi. Sanırım Türkiye onu ödemek zorunda kalacak. Ama sonrasında elde
edilecek gelirler açısından sorun çözülebilir diye düşünüyorum. Bu köprüler,
otoyollar, hastaneler, havaalanlarının işletme süreleri bedelsiz olarak iptal
edilir, işletmesi ve gelirleri devlete geçer. Londra tahkimi dışında, Türk
milletini soyanların elde ettikleri kazançların alınması, diğer alanlarda elde
ettikleri haksız servetlerin hazineye gelir kaydedilmesi, mümkündür. Devletle
uğraşılmaz. Siyasi irade kararlı ise devlet, o soygunu yapanları rahat uyutmaz,
o parayı alır.
Bizim
parti olarak ısrarla vurguladığımız bir nokta var. Biz bağımsız yargının
oluşmasından sonra devri sabık yaratacağız, Türk milletini soyanlardan hesap
soracağız diyoruz. Bunu derken bir intikam duygusuyla söylemiyoruz. Adalet,
sadece yargı bağımsızlığının yok edilmesi ile çökmez. Adalet ve toplumsal
vicdan, toplumsal ahlakın çökmesiyle yok olur. Yapanın yanına kar kalırsa,
insanlar, başka insanların haklarını gasp ederek zenginleşiyor ve hesap
vermiyorsa, siz istediğiniz kadar uğraşın toplumsal barışı da toplumsal vicdanı
da, toplumsal ahlakı da düzeltemezsiniz. Yapanın yanına kar kalırsa, toplumun
tümü, her türlü hak tecavüzünü kendi için mubah görür.
Amuran
- Sanayi sektörü zor durumda. ''Yüksek kur ile ithal edilen ara malı ve ham
maddeyi” sağlayamayacak halde. Yetkililer diyor ki, ”biz kendi ülkemizde ara
malı yapabiliriz gerekli ham maddeyi de sağlayabiliriz.” Bugünkü
koşullarda bu mümkün mü, sözgelimi, ara malı üretecek teknolojiye sahip miyiz?
Köyatası
- Kimi ürünlerde ara malı
üretebilecek teknolojiye sahibiz. Çoğunda değiliz. Ama Türkiye’nin rekabet
gücünü artırmamız şart. Bunun için sadece gerçekçi bir kur politikası yeterli
olmuyor. Bugün Türkiye’nin, rekabet gücü utanç verici şekilde sefalet seviyesindeki
işgücü ile sağlanmaya çalışılıyor. Teknolojiyi içselleştirecek, verimliliği
artıracak bir eğitim sistemi kurmak zorundayız.
Amuran
- Yaşadığımız ortamla ilgili tespitler yaptık. Bir iktidar değişiminde öncelik
olarak sektörlerin şu anda yaşadıklarını giderecek acil önlemler neler
olabilir? Sanayi sektörü yanında gübre yem ve enerji alanında dışa
bağımlı hale gelen Tarım sektörü de inanılmaz zorluklar yaşıyor.. İlk adımlar
neler olabilir?
Köyatası
- Yeni gelecek bir iktidar daha
henüz hiçbir şey yapmadan, yargı reformu, güçlü bir parlamenter sistem, hukukun
üstünlüğü, insan hakları daha fazla demokrasi içeren bir Türkiye niyetini belli
etsin, daha o dakikadan itibaren Türkiye’nin riskleri, şu anda 600’a dayanan
CDS primi 200’e geriler. Türkiye’nin dış borç faizleri düşer. İlk etapta
alınması gereken sıkılaştırıcı acı reçeteler, IMF’ye gitseniz de gitmeseniz de
bütçe sıkılaştırılması, kamuda dengelerin sağlanmasıdır. Ödemeler dengesini
sağlamak için ise devalüasyon yapmaktır. Türkiye’de kurlar zaten yukarıda. Şu
anda bir devalüasyona gerek yok. Sorun dış borçların çevrilebilmesi, kamu
açıklarının dizginlenebilmesi… Türkiye’nin dış borçlanma faizi düştüğünde dış
borcu çevirmek kolaylaşır. Kısa vadede, kamuda faiz dışı fazlayı sağlamak
gerekecek. Eski dönemlerde kamu açıklarını kapatmak için vatandaşa acı ilaç
içirilirdi. Yeni iktidara gelecek hükümetin belki de en kolay yapabileceği şey,
mali dengeyi sağlayabilmek olacak. Çünkü bütçede çok büyük israf ve talan var.
Kısa vadede, sarayın israfını, yandaş-paydaş müteahhitlerin ve yandaş
vakıfların ödeneklerini kestiğinizde, gerçekçi maliyetlerle yeni hizmet
ihaleleri yaptığınızda, gereksiz inşaat ihalelerini iptal ettiğinizde, işiniz
çok kolaylaşacak ve yine kısa vadede, ilk yapılacak açıklamada, Merkez Bankası
ve TÜİK gibi yönetimlerde liyakatlı kadroların göreve getirilmesi ve bunların
bağımsızlığının ilan edilmesi olmalı.. Yangın sadece kamu bütçesinde ya da
bankalarda, şirket bilançolarında değil. Dar gelirlilerde, çiftçilerde,
işçilerde, memurlarda, emeklilerde, üniversite öğrencilerinde, esnafta,
KOBİ’lerde büyük sıkıntı var. Pandemi döneminde bütün ülkeler milli
gelirlerinin yüzde 10’u kadar nakit gelir desteğini halka verdi. Türkiye’de ise
sadece yüzde 1’i kadar. O yüzde birin neredeyse tamamına yakını da yine
işçilerin, işsizlik fonunda biriken paraları. Kısa vadede, tüm dar gelirli
kesimlere nefes aldıracak doğrudan nakit desteği sağlanmalı. Müteahhitten kesip
buraya bu parayı aktarmak zorundayız. Bu destek halkın alım gücüne yansıyacağı
için üretimi de canlandırır. Biz iktidara geldiğimizde Varlık Fonu'nu
kaldıracağımızı, Varlık Fonu bünyesindeki şirketlerin ilgili kurumlar nezdinde
özerk yönetimlerle yönetilmesini öngörüyoruz. Bütün bunlardan sonra elbette
rahatlamak yok çok köklü bir şekilde devrim niteliğinde yapısal değişime girmek
zorundayız.
Amuran
- Doğru Parti olarak dile getirdiğiniz “devrim niteliğindeki yapısal değişimi”
sağlayacak nasıl bir program uygulamayı düşünüyorsunuz?
Köyatası
- Doğru Parti olarak bizim
ekonomide de diğer tüm alanlarda da temel hedefimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin
her alanında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerini geçerli kılmak.
Devletçilik ile piyasayı birleştiren karma ekonomik model temel tercihimiz.
Kalkınmacı bir planlama anlayışı ile insanı kucaklayan, güçlü sosyal devlet
politikalarını benimseyen, çevreye ve gezegene saygılı ekonomi politikalarını
hayata geçirmek önceliğimiz. Ekonomi dahil tüm alanlarda, şeffaf,
denetlenebilir, hesap veren ve toplumun tüm kesimlerinin katılımını sağlayan
kapsayıcı politikalar temel ilkemiz olacak. Bu ilkeler ışığında ekonomideki
yapısal değişimin dört temel ayağı var. Birincisi eğitim. İkincisi tarımda,
sanayide ve kentleşmede planlama, üçüncüsü sosyal devlet ve vergi, dördüncüsü
özelleştirme-kamulaştırma, hesap sorma ve şeffaf ekonomi modelini
oluşturma…
Amuran
– İsterseniz eğitimle başlayalım, eğitimde hedefiniz nedir?
Köyatası
- Birinci hedefimiz insan
gücünün eğitim kalitesini artırmak. Kindar nesil yetiştirmekten vazgeçip
insanlarımıza analitik düşünce yeteneği veren tarım, sanayi, hizmetler başta
olmak üzere her alanda verimliliği artıracak, teknolojiyi içselleştirecek bir
eğitim seviyesi oluşturacağız. Taşımalı eğitim kalkacak. En ücra köylerde
okullar tekrar açılacak. Köylerde ve kırsal kesimde, büyük kentlerin kenar
mahallelerinde normal müfredat öğretmenlerinin yanı sıra, yarım kalan
Aydınlanma Devrimlerinin devamını sağlayacak, günümüz şartlarına uyarlanmış
Yeni Kuşak Köy Enstitülü öğretmenler görev alacak. Öğretmenlik mesleği,
Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi manevi ve maddi olarak en itibarlı
meslek haline getirilecek. Lise mezunlarının ilk yüzde 10’luk diliminin, yüksek
eğitimde öğretmenlik bölümlerine girmesi için gereken teşvikler
sağlanacak.
Amuran
– Ekonomideki kalkınmanın ikinci hedefi planlı kalkınma anlayışını getirmek ve
karma ekonomiyi uygulamak diyorsunuz, değil mi?
Köyatası
– Evet. Sadece Türkiye değil,
tüm dünyada, planlama yapmadan, ekonomiyi piyasanın kendi şartlarına
bıraktığınızda gidip duvara tosluyor, sürekli krizler doğuyor. 1929
bunalımından günümüze kadar olan tüm bunalımlarda bunu görüyoruz. Özellikle
1929’dan sonra saf piyasa ekonomisini savunanlar, kamucu yaklaşımları ve devlet
müdahalesini kabullendiler. Keynes’in devlet müdahalesi tezlerine sarıldılar.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’de 1929’dan önce karma ekonomi modeli
benimsemişti. Özellikle 1930 Sanayi Planı bizler için çok büyük bir onur ve
tecrübedir. 1930 Sanayi Planı ile Türkiye Cumhuriyeti bugün bile mirasının
yendiği, satıla satıla bitirilemediği sanayi tesislerini kurdu. Yine 1965-1971
arası Süleyman Demirel’in uyguladığı Planlı Kalkınma dönemi, Türk ekonomisinin
başarılı yıllarıdır. Bu iki dönemde de Türkiye dış borç almadan, kendi tarımsal
kaynakları ile sanayisini kurdu, alt yapı yatırımlarını sürdürdü. Ekonomideki
politika tercihimiz, piyasa dinamiklerini gözeten planlı bir karma ekonomik
model… Biz, Devlet Planlama Teşkilatını yeniden kurarak ve ona özerklik
sağlayarak tarımda, sanayide, hizmetler sektöründe kalkınmacı bir planlama
anlayışını egemen kılacağız. Atatürk’ün ömrü yetmediği için gerçekleştiremediği
toprak reformunu yapacağız. Planlı ve katılımcı bir kooperatifçilik anlayışı
ile tarım politikaları uygulayacağız. Her çiftçi, neyi ne kadar ekeceğini
bilecek ve ürettiği mal çiftçinin elinde kalmayacak. Yerli tohum, gübre, yem ve
benzeri girdiler yine planlanarak, teşvik edilerek özel sektör tarafından,
gerekirse devlet tarafından üretilecek. Her köyde bir ziraat mühendisi ile bir
veteriner istihdam edilecek, aşılama hataları nedeniyle hayvan ölümleri
önlenecek, tarımsal üretim verimliliği artırılacak. Her ilde Ar-Ge maksatlı ve
o ilin iklimine uygun olarak Atatürk Orman Çiftlikleri kurulacak. Sanayide,
yerelden genele kalkınma modeli uygulanacak. Buna uygun kentleşme politikaları
geliştirilecek. İmalat sanayiindeki tüm alt sektörler, girdi çıktı tablolarına
göre analiz edilerek piyasa dinamikleri de gözetilerek öncelikler ve teşvikler
belirlenecek. Öncelikler sırasıyla, istihdam, ihracat ve teknolojik gelişmeye
göre belirlenecek. Yüksek katma değerli üretim, sadece nihai üretim için değil,
ara malları üretim zinciri esas alınarak desteklenecek. Gençlerin ve kadınların
inovatif girişimleri ile projelerine devlet “melek yatırımcı” olarak katılacak.
Başta turizm sektörü olmak üzere, yerel ve sivil havacılık, demiryolu ulaşımı,
Çin Kuşak Yol Projesi ile entegre olmuş Anadolu’nun dört bir yanında lojistik
merkezler, yeni demiryolları ağları ve liman yatırım ve yönetimleri
geliştirilecek. Bu merkezler Avrupa Birliği kıyılarında devlet özel sektör
ortaklığı ile satın alınacak liman işletmeleri ve lojistik merkezler ile
entegre edilecek, KOBİ’lerin AB ülkelerine kesintisiz ve sürekli ihracat
yapmaları sağlanacak.
Kentleşme
ve ekonomik kalkınma modelleri birlikte yürümek zorunda. Kentler ve binaların
içinde insana verilen değer hissedilmeli. Yine Atatürk dönemindeki kalkınma
hamlesine bakalım. Sümerbank sadece bir fabrika değildi. Yatırım yaptığı
yerlerde, sosyal hayatı ile kentleşme ile bir bütündü. Nazilli, Bursa ve
benzeri bir çok örnekte olduğu gibi.
Tüm bölgelerde,
belirlenen sektörlerde hem sanayiye hem de kentsel gelişime önderlik etmeleri
için, devlet doğrudan yatırımlar yapacak, gerektiğinde yerel yönetimler ve özel
sektörle birlikte ortaklıklar kuracak. Yerel kalkınmanın ve kentlerin
çağdaşlaşma hamlesinde başlıca gücümüz, kız erkek ayrımı yapmadan gençlik
olacak. Her yıl her şehirden en az 1000 lise son sınıf öğrencisi olmak üzere
toplam 100 bin öğrenciyi, birinci yıl lisan eğitimi, ikinci yıl lise mezuniyeti
için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere göndereceğiz. Ve yine her sene her
şehirden en az 200 öğrenci olmak üzere 20 bin lise mezunu öğrencimizi
istedikleri dalda öğrenim görmeleri için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere
üniversiteye göndereceğiz. Bu öğrenciler döndüklerinde kendi illerinde en az
beş yıl devletin sağladığı iş garantisiyle çalışmak kaydıyla tam burslu
olacaklar. Gençler, bir taraftan aldıkları iyi eğitim, diğer taraftan farklı ve
yeni dünya görüşleri ile birlikte yerel kalkınmada, Anadolu yerleşim yerlerinin
çağdaşlaşmasında, kültür ve sanatla buluşmasında öncü olacaklar. Hep göz ardı
edilen engelli vatandaşlarımız için pozitif ayrımcılık uygulanacaktır. Engelli
vatandaşlarımızın, eğitimde, ekonomide de aktif şekilde yer almaları
sağlanacaktır. Ekonomi, istatistikler ve sayılar ile sınırlı değildir. İçinde
insan olmazsa, ekonomi de pek bir işe yaramaz.
Amuran
– Kalkınma politikalarının üçüncü ayağı maliye ve sosyal devlet politikaları
demiştiniz.
Köyatası
- Ekonomide vergi adaleti yok. Toplam
vergilerin üçte ikisi dolaylı vergiler, üçte biri doğrudan vergilerden
oluşuyor. Oysa dünyadaki gelişmiş ülkelerde bunun tam tersi. Diğer taraftan
bütçenin milli gelir içindeki büyüklüğü de yüzde 20 seviyesinde. Bu seviye ile
sosyal devlet olunmaz. Sosyal devlet ilkelerinin gelişmiş olduğu Batı Avrupa
ülkelerinde bu oran yüzde 45-50 seviyesinde… Bizde vergiyi taban ödüyor, tavan
ödemiyor. Değerli bir maliyeci yazar Ozan Bingöl’ün kitabında belirttiği gibi,
biz vergiyi tavana yayacağız. Vergi gelirleri ile birlikte kamu işletme
gelirleri toplamının milli gelirin yüzde 50’si seviyesine ulaştırmalıyız.
Sosyal
devlet anlayışımızın da dört temel şartı var. Eğitim, sağlık, güçlü bir
emeklilik sistemi ve sosyal yardımlar. Kaliteli bir eğitim herkes için parasız
olacak. Devlet gencine kredi vermez, burs verir. Öğrencilerin faiz ve ana para
dahil, tüm kredi borçları silinecek. Gelişme çağındaki çocukların yeterli
protein, vitamin vb gibi dengeli beslenmesi için ilk ve orta eğitimde
öğrencilerin iki öğün yemeğini devlet sağlayacak.
Herkese
parasız, kaliteli koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmeti verilecek. Şehir
dışındaki şehir hastaneleri kapatılacak, şehir içinde ulaşılabilir küçük
hastaneler kurulacak. Bir emekli maaşı, iki kişinin kültür ve eğlence
harcamaları dahil insanca yaşamalarını sağlayacak seviyeye getirilecek. Bugün
merkezi yönetim ve yerel yönetimlerle birlikte yaklaşık 20 milyon kişiye
çeşitli miktarlarda sosyal yardım yapılıyor. Devletin yaptığı sosyal yardımlar
sadaka verir gibi ve sanki AKP iktidarının bir lütfu gibi dağıtılıyor. Sosyal
yardım her yurttaşın hakkıdır. Sosyal yardımlarda, şehit yakınları, gaziler,
engelli vatandaşlar ve yaşlılar için pozitif ayrımcılık yapılacaktır. Ekonomide
utanç verici bir noktamız var. Çocuk işçi meselesi… Bu sorun hiçbir şekilde
taviz verilmeden çözülecek. Çocuklarını işçi olarak çalıştırmak zorunda kalan
ailelere öncelikli sosyal yardım programı uygulanacak, gerektiğinde çocukların
bakımı, eğitimi devletin sorumluluğuna alınacak. Diğer taraftan teknoloji büyük
bir hızla gelişiyor. Yapay zeka, robotlar tarımdan sanayiye her alanda
insanların yerini alıyor. Bizim de bu gelişmelere göre sosyal güvenlik
şemsiyesi geliştirme zorunluluğumuz var. Bu nedenle, dünyada yeni tartışılmaya
başlanan tüm yurttaşlara geliri ne olursa olsun Vatandaşlık Temel Geliri vermek
politikasını benimsiyoruz. Bu ülkenin tüm kaynakları, ormanları, madenleri,
doğal zenginlikleri, geçmişte yapılan ve yapılmakta olan tüm alt yapı
yatırımları hepsi, hepimizin tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının müşterek
varlığıdır. O nedenle Vatandaşlık Temel Geliri, herkesin hakkıdır. Miktarı
şimdilik önemli değil ama her vatandaşa bir maaş bağlanması, teknolojinin
dayattığı gelişmelere bağlı olarak, önümüzdeki dönemde bir zorunluluktur.
Amuran
– Peki kaynakları nasıl sağlayacaksınız?
Köyatası
- Bunlar boş vaatler değil.
Yapılabilir işler. Yeter ki siz iktidar olarak, bütçeyi yandaş zengin etmek
için değil, yurttaşlar için harcayın. Neo liberal vahşi kapitalist düzene
teslim olmuş ekonomilerde herkesin payına borç düşer. Planlı kalkınma
modellerinde herkese kaynak var. Avrupa ülkelerinde bütçeden karşılanan
emeklilik, sağlık ve sosyal yardım harcamalarının milli gelire ortalaması
(GSYİH) yüzde 30 seviyesinde… Buna eğitimi de eklediklerinde sosyal devlet
harcamaları yüzde 35-40 seviyesini buluyor. Yüzde 10 kadarı da savunma, asayiş,
yargı ve devletin diğer işleri için harcanıyor. Türkiye’de ise eğitim, sosyal
yardımlar ve sağlık harcamaları dahil hepsi milli gelirin yüzde 10’u
seviyesinde… Milli gelirin yüzde 10 kadarı da, savunma, adalet, asayiş, genel
yönetim gibi diğer devlet işlerine harcanıyor. Vergi reformu, kamulaştırmalar
ve imar rantlarının yerel ve merkezi bütçeye aktarılması ile birlikte bütçenin
milli gelir içindeki payının yüzde 45-50 seviyesine ulaştırmayı hedefliyoruz.
Bütçeden milli gelirin yüzde 8’ini eğitime, yüzde 6’sını sağlığa, yüzde 20’sini
emeklilik ve sosyal yardımlara yüzde 6’sı teşviklere, kalan yüzde 10’u da;
asayiş, savunma, yargı, kamu yönetimi gibi devletin normal işlerine ayırmayı
hedefliyoruz. Sosyal devlet ve adil bölüşüm ancak böyle sağlanabilir.
Amuran-
Kalkınma ve Ekonomi politikalarının dördüncü ayağının “hesap sorma, devri sabık
yaratma ve şeffaf yönetim” olduğunu söylediniz. Neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Köyatası
- Özelleştirmeler, ihaleler,
hazine garanti ödemeleri, şaibeli imar planı değişiklikleri gibi tüm konular
teker teker incelenecek. Köprü ve otoyollar ile şehir hastanelerindeki
garantiler ve elektrik dağıtım şirketleri gibi imtiyaz devrine konu olan
özelleştirmeler iptal edilecek. Milletin parasını soyanlardan ve halkın
müştereklerini yağmalayanlardan bu paralar son kuruşuna kadar alınıp hazineye
gelir kaydedilecek. Birçok belediyede yandaş zengin eden, imar rantları
belirlenecek ve bunlar için ek vergi çıkarılacak. Bu vergilerin bir kısmı
ilgili yerel idareye, bir kısmı merkezi idareye alınacak. Bundan sonra
yapılacak imar planı değişikliklerinden doğan kent rantları ise yandaşlara
değil, yerel yönetimler ile merkezi bütçeye gelir olarak kaydedilecek.
Ekonominin tüm alanlarında karar alınırken, çağın gereklerine uygun çevre
politikalarına ağırlık verilecek. Özellikle doğayı katleden başta altın olmak
üzere verilen tüm maden ruhsatları dondurulacak, çevreye, doğaya, su
kaynaklarına, tarım alanlarına, ormanlara zarar veren işletmelerin ruhsatları
iptal edilecek. Mustafa Kemal Atatürk döneminde olduğu gibi, madencilikte arama
faaliyetleri MTA’nın tekelinde, madenleri işleme faaliyetleri de Etibank’ın
tekelinde olacak. Taş ocağı ve benzeri madencilikte özel sektör yatırımlarına
çevreye duyarlı olmak kaydıyla teşvik verilecek, metal madenleri arama ve
çıkarma faaliyetleri tamamen devletleştirilecek. Madenlerin hammadde olarak
ihraç edilmesine son verilecek. Madenlerin işlenmesi alanlarında Etibank,
teknoloji ağırlıklı olmak üzere, yerli ve yabancı özel sermaye ile işbirliğine girecektir.
Amuran
- Seçim öncesinde diğer muhalefet partileriyle görüş alışverişinde bulunacak
mısınız?
Köyatası
- Bizim görüşmeyeceğimiz,
ittifak yapmayacağımız kesimler bellidir. AKP ile MHP ile Atatürk ile sorunu
olanlarla görüşmeyiz. Biz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerine
bağlı olan, Anayasanın ilk 6 maddesine bağlı olan herkesle görüşürüz.
Amuran
- Ekonomideki gelişmeler sürecinde zaman zaman sizden uzman olarak
analizlerinizden yararlanmak isteriz. Çok teşekkürler.
Köyatası
- Ben teşekkür ederim.
Nurzen
Amuran
Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder