GÖÇ MÜHENDİSLİĞİ EMPERYALİZMİN İÇ
SAVAŞ VE YIKIM PLANIDIR
21 Ağustos 2021 tarihinde Uğur Dündar'ın Sözcü Gazetesi'ndeki köşesinde yayınlanan mektubum...
Bir dönem mesai arkadaşım, ekonomist
gazeteci ve DOĞRU Parti Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Meriç
Köyatası’ndan, Suriyeli ve Afgan sığınmacılarla ilgili yeni bir mektup aldım. İktidarın
onayı ile ABD ve AB tarafından ülkemizde sahnelenen Göç Mühendisliği oyunun,
Cumhuriyetin kuruluşundan şu ana kadar Türkiye’nin bekasına yönelik en ciddi
tehdit olduğunu belirten Meriç Köyatası’nın mektubu şöyle:
“Yaşanan göç dalgasını, iktidarın,
yandaş medyanın ve sözde demokrat-aydın-liberal-solcu-hümanist “yetmez ama
evet”çi benzeri bir zihniyetin gürültücü tutumu ile iç siyaset sorunuymuş gibi
tartışıyoruz. Üstelik de hiç hak etmediğimiz ırkçılık suçlamasıyla karşı
karşıya kalarak.
Oysa ülkemizde, bir savaş silahı olarak stratejik göç mühendisliği yürütülüyor. Bir taraftan nüfusun yüzde 10’una yakın kalıcı
bir göç dalgası ile coğrafi bölgelerin, şehirlerin nüfus yapısı değiştiriliyor.
Diğer taraftan 10 milyona yaklaşan sığınmacılar içinde sayılarının kaç olduğunu
bilemediğimiz binlerce, on binlerce terörist-militarist unsurlar kolayca
silahlanabilecekleri şekilde Türkiye’nin dört bir yanına dağıtılıyor. Bu göç
mühendisliğinin amacını şu şekilde özetlemek abartı sayılmaz: “ABD, ihvan zihniyetindeki siyasal
İslamcılarla birlikte, Türkiye Cumhuriyetini yıkıp Federe İslam Devletini kurma
hedefini, siyasal yollarla başaramadığı takdirde, iç savaş tezgâhlayacak.”
Dünyanın yeni düzeninde, Türkiye’nin NATO
üyeliği, ABD’nin umurunda değil. Senin de 19 Ağustos tarihinde yazdığın gibi, “Emperyalizmin ipiyle kuyuya inilmez.” Türkiye’yi
Orta Doğu türü bir çadır devletine dönüştürüp kontrol etmek daha çok işine
geliyor. Emperyalizmin paylaşım savaşını dikkate almadan analizlerimiz eksik
kalır. ABD’nin hedefinde Çin’in Kuşak Yol Projesini baltalamak var. Çin’in
Kuşak Yol Projesi’ne bakmadan, ABD’nin Orta Doğu’da ve Asya’da ne yaptığını ve
bundan sonra Türkiye’de ne yapmak isteyeceğini gerçekçi bir şekilde analiz
edemeyiz.
NEOLİBERAL DÜNYADA ÇİN VE KUŞAK YOL
1990’lı yıllarda dünyaya egemen olan
küresel neoliberal emperyalist politikalar,
ABD ve Batının dilediği gibi gitti. Gelişmekte olan ülkeler, küresel finans
sisteminin borç batağına saplandılar, tarımdan sanayiye tüm üretim alanlarında,
uluslararası dev şirketlere, onların IMF, Dünya Bankası gibi kurumlarına
bağımlı hale geldiler. Ancak 2010 yılından itibaren Çin, ABD ve batının “büyük
bir yeni pazar olma” beklentisinin aksine, neoliberal küreselleşme sürecini
kendi büyüme ve sefaleti yenme modeline dönüştürdü. Bununla da kalmadı, dünya
dış ticaretinde ve dünya ekonomisinin liderliğinde ABD’ye karşı en büyük tehdit
haline geldi. Neoliberalizmin tüm
dünyayı etkisi altına aldığı 1990 yılında Çin’in dünya ekonomisindeki yeri
11’inci sırada idi, 2010’dan itibaren de ikinci sıraya oturdu. Çin’in
uygulamaya geçirmeye çalıştığı Kuşak Yol Projesi, kısa bir süre sonra Çin’i dünya
liderliğine taşıyacak.
ABD emperyalizmine karşı en büyük
tehdit gibi görünen Kuşak Yol Projesini, kısaca şöyle tanımlayabiliriz. Çin’i,
Orta Asya’yı, Kafkasları, Türkiye’yi, Güney Asya’yı, Orta Doğu’yu ve Avrupa’yı
birbirine bağlayacak büyük bir proje. 2013 yılında fikir olarak ortaya çıktı.
2017 yılında birçok ülke ile anlaşma imzalandı. 2049 yılında tamamlanması
bekleniyor. Bu kapsamda, Çin ile Avrupa arasındaki 65 ülke, birbiri ile
karayolu, demiryolu, denizyolu, limanlar, boru hatları ve fiber optik hatlarla
birbirine bağlanmaya başladı. Dünya nüfusunun üçte ikisini, dünya üretiminin
üçte birini, dünya ticaret hacminin yüzde 20’sini kapsıyor.
Projede Kuzey, Güney, Orta Kuşak gibi
kara ve deniz koridorları bulunuyor. Türkiye, hızlı tren, demiryolları, karayolları
ve ayrıca limanları ile Avrasya’nın Asya ve Avrupa’nın bağlantısında çok önemli
ve en avantajlı bir konuma sahip. Bir örnek verelim. Deniz yoluyla bir ürün
Avrupa’ya 45 gün içinde giderken, Türkiye’nin yer aldığı Orta Kuşakta demiryolu
ile 15 günde ulaşıyor. O nedenle Kuşak Yol Projesini baltalamak açısından ABD,
istikrarsız ve tamamen kendi kontrolünde, demokrasi ve hukuktan uzak bir
Türkiye istiyor.
ABD’nin hedefinde sadece Türkiye yok. Kuşak
Yol Projesinde yer alan tüm ülkelerde ABD sürekli sorun çıkartıyor. Kuşak Yol
Projesi üzerinde kara ve deniz koridorunda yer alan ülkelere ve o bölgelere
kısaca bakarsak…
Kuşak Yol Projesinin Çin’den batıya
açılan ilk kapısı Şincan Özerk Bölgesi… Urumçi Ekonomi ve Teknoloji Kalkınma
Bölgesi, Kuşak Yol Projesinin lojistik merkezi… Bizim Doğu Türkistan dediğimiz
Şincan’da karışıklıklar bitmiyor.
Güney Çin Denizinden, Hint Okyanusu’na
ulaşan rotada Çin-Hindistan-Pakistan-Bangladeş-Mynamar koridorunda deniz yetki
alanları ve limanların güvenlik sorunları, Arap Yarımadası, İran Körfezi,
Kızıldeniz, Somali, Kenya, Mısır rotasındaki karışıklıklar, korsanlıklar,
çatışmalar herkesin malumu… Mynamar’da yaşanan Arakanlı Müslümanlar ile
Hintler, Hindistan Pakistan çatışmalarının arkasında hep aynı güç var.
Suriye’de, Orta Doğu’da, Kuzey
Afrika’da, Doğu Akdeniz’de, Afganistan’da olan bitenin altında yatan kök neden
budur. Türkiye’nin bu beladan sağ salim çıkması için çare, Türk seçmenidir. Eğer
Türk Milleti, emperyalizmin bir dediğini iki etmeyen yerli işbirlikçileri
demokratik yollardan iktidardan indirmezse işimiz çok zor. Türkiye, başta
laiklik olmak üzere, ekonomide, savunmada, dış politikada Mustafa Kemal
Atatürk’ün ilkelerine dönmezse, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Afganistan’da olup bitenler
yakın bir gelecekte Türkiye’de, Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de yaşanacaktır.
Biz DOĞRU Parti olarak Türkiye
üzerinde oynanan Göç Mühendisliği oyununu bozmak için elimizden geleni yapmaya
söz veriyoruz. Şu andaki statüsü ne olursa olsun gelenler göçmen değil
sığınmacıdır ve hepsini hem beka sorunu adına hem de ekonomik kaynaklarının
korunması adına geri gönderme sözü veriyoruz. Ancak bugünkü konjonktürde bizim
verdiğimiz söz yetmiyor.
Sorun, cumhuriyet kurulduğundan bu yana karşı
karşıya olduğumuz iç savaş senaryolu en büyük beka sorunudur. DOĞRU Parti Genel Başkanı Rifat
Serdaroğlu’nun daha önce yaptığı çağırılarda olduğu gibi, Türkiye’de Mustafa
Kemal Atatürk ilkelerine bağlı tüm unsurların, mecliste temsil edilen-edilmeyen
tüm siyasi partilerin ve STK’ların, sendikaların, meslek örgütlerinin laik bir
demokrasi cephesi oluşturması şart... Benim anladığım kadarıyla sorun, bu
cepheyi kim ya da kimlerin örgütleyeceği… Ne yazık ki, meclisteki siyasi partileri
böyle bir cephe oluşturma konusunda pek hevesli görmüyorum. Bunun için güçlü
bir kamuoyu baskısı oluşması gerekiyor. Laikliği kaybedersek, özgürlükler,
demokrasi, hukuk başta olmak üzere her şeyi ve tüm geleceğimizi kaybedeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder